GüncelMakaleler

ANALİZ | İnfaz yasası, “asmayalım da besleyelim mi” faşizmine can suyudur

"İnfaz yasası, bir halk sağlığı sorunu söz konusu olduğunda bile faşist devletin bu durumu fırsata çevirme kaygısından zerre utanç duymayacağıdır. Dolayısıyla, infaz yasasının tek anlamı “asmayalım da besleyelim mi” faşizmine can suyu vermektir, Covid-19 bahane!"

Covid-19 sürecinde egemenlerin bilgiyi kontrol altına alması, saklaması, manipüle etmesi, hayata geçirmek istedikleri baskı yöntemleri için kimi dönemleri fırsat olarak değerlendirme çabaları gibi bildik tüm yöntemleri yine devrede. “

Ceza ve Güvenlik Tedbirleri”nin infazında değişiklik yapan kanunun yürürlüğe girdiği ve ardından açık ve kapalı hapishanelerden tahliyelerin başladığı bu döneme rengini veren de bu.

Aslında yeni olmayan infaz yasası, AKP-MHP faşist bloğunun aralarındaki gerilimin yüzeye vurduğu bir alan olarak sık sık gündeme geldi. Bu kavgada kazanan MHP olmuşa benziyor, keza Erdoğan’a yakın burjuva kalemşor Abdulkadir Selvi, Hürriyet’te yayımlanan yazısında Erdoğan’ın bu infaz yazası ile ilgili iki “hassasiyetine” ilişkin şunları yazmıştı. 1- “Terör, kadına ve çocuğa cinsel istismar ve kadına şiddet, adam öldürmeyle uyuşturucu kesinlikle kapsam dışında tutulacak. 2- MHP’nin hassasiyetleri dikkate alınacak.” (30 Mart)

Biliniyor ki, Erdoğan ve taifesi eli kanlı çeteci Alaattin Çakıcı’nın tahliye edilmesi gibi daha magazinsel yönüyle gündeme gelen MHP’nin bu isteğine pek “sıcak” yaklaşmıyordu. Ancak şimdi buna “boyun eğmiş” görünüyor.

İnfaz Yasası’nın “MHP hassasiyetleri” ile hazırlanmasının yanı sıra aynı dönemde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun istifa şovunun ardından ilk olarak MHP Genel Başkanı Bahçeli ve ardından da kendisi gibi “soylu” halk düşmanı Perinçek’i arayıp ardından Erdoğan’a dönüş yapması, egemen faşist blok cephesinde savaşların uç verdiği alanlar olarak karşımıza çıkıyor ve Erdoğan tayfasının bu konudaki zayıflığını ortaya koyuyor. Ancak şunun altını çizmeliyiz ki; mesele Soylu ve infaz yasası üzerinden MHP kesiminin elinin güçlendiğini göstermiyor.

Aksine bu uç veren noktalar üzerinden Erdoğan tayfasının müttefiklerine ne kadar ihtiyaç duyduğunu ve onlar karşısında ne kadar zayıf kaldığını görmek mümkün. Yoksa AKP’nin; mafya üyelerinin, işçi ve kadın/LGBTİ+ katillerinin, devlet adına halkın kanına girenlerin, tacizci-tecavüzcü-istismarcıların serbest bırakılmasına nasıl bir itirazı olabilir ki! Ya da bundan sonraki süreçte halkın kanına girilen hangi saldırının altına imza atmaktan geri durabilir ki?

 

AKP çalışacaktı da, elektrikler kesildi!

Gelelim Çakıcı gibi çetelerin, Gezi şehitlerinin katillerinin, Soma ve Aladağ katliamlarındaki fail patron ve tarikatçıların, kadın-çocuk-LGBTİ+ düşmanlarının serbest bırakıldığı infaz yasasının kendisine… Covid-19 bahane edilerek gerçekleştirilen bu örtülü af kimlerin “aynı gemide olduğunu” göstermekle birlikte kendi yasalarının kendileri tarafından açıktan çiğnenmesi anlamına geliyor.

Elbette salgın ile ilgili hapishanelere dönük bir uygulamanın olması gerekiyordu, ancak devlet tutsaklar açısından yasalarla belirlenmiş “eşitlik” ilkesini çiğneyerek tutsakların sağlığı ve güvenliği konusunda da bir ayrımcılığa giderek sınıfsal olarak görevlerini yerine getiriyor ve nerede konumlandıklarını gösteriyor.

En başta şunu ifade etmekte fayda var; infaz yasasının yıllardır gündemde olmasına karşın salgının söz konusu olduğu bir gibi uzun sayılacak bir süre boyunca “hazırlandı”, “hazırlanıyor”larla sündürülmesi; bilginin manipüle edilerek (özellikle kendi “tabanı” olarak gördüğü) kitlelerin iknasına ve meclisteki muhalefetin oyalanmasına dönüktü.

Muhalefetin fikrini alıyormuşçasına yapılan görüşmelerle, siyasi tutsaklara dönük düzenlemelerin de olabileceğine dair el altından yayılan bilgilerle “ılımlı” bir hava olduğu hissi yaratmaya çalışan devletin bu hamlesi, özellikle kadın hareketlerinin başını çektiği bir muhalefetle boşa çıkarıldı ve “örtülü af”fın üzerindeki perde çekildi. Suçüstü yakalanan devlet, bu kez de durumu manipüle etme adına muhalefetin “ılımlı havayı bozduğunu” söylemeye girişti. Hürriyet yazarı Selvi’nin süreci nasıl anlattığına bir bakın:

“Cumhurbaşkanı Erdoğan’da Adalet Bakanı Abdulhamit Gül ve AK Parti grup başkanvekilleriyle yaptığı toplantıda ‘Ortada fol yok yumurta yokken, henüz muhalefet partilerinin görüşleri alınıyorken, bazı muhalefet milletvekilleri ve sosyal medyada birileri ‘AK Parti cinsel istismar suçlarını affediyor’ diye haksız suçlamalarda bulunuyorlar. Yok böyle bir şey’ diye tepki göstermişti.

Uyuşturucu baronları kapsam dışı bırakılırken, satıcılar ve içiciler için bir çalışma yapılması gündemdeydi. Aynı şekilde örgüt yöneticileri kapsam dışı bırakılırken, yardım ve yataklık konusunun üzerinde çalışılacaktı. İnfaz paketiyle ilgili yayınlar bunların çalışılmasının da askıya alınmasına neden oldu.” (30 Mart)

 

Politik mücadeleye “ağır ceza” ile gözdağı

Bu infaz yasası açık bir “durumu fırsata çevirme” örneğidir. İlk elden infaz hakimliğinin yetki ve görevlerinin genişletilmesi bunun kanıtı. Çünkü bunun tek bir anlamı vardır; keyfiliğin yaygınlaşması, tutsaklara “iyi hal” adı altında ajanlaştırma, pasifize olma ve tecrit-tretmana boyun eğme hallerinin dayatılması… Çünkü infaz hakimlikleri tutsaklara dönük sınırsız yetkilerle donatılırken bir yanda da bu tutumlarını yine “eşitlik” ilkesine aykırı bir biçimde tutsaklığın hangi nedenden kaynaklanmış olduğuna göre belirleyebilecek.

Düzenleme “ceza infaz sistemi ve oranları”na dair kalıcı değişiklikleri de içeriyor. Ve yine bu konuda siyasi tutsaklara dönük yaklaşımında “eşitlik” ilkesini ayaklar altına alıyor. Düzenlemenin ilk 10 maddesinde infaz sisteminin işleyişine, infaz hakimliğinin yetkilerinde genişleme yapılırken sonra gelen dört maddede bazı “cezaların” ağırlaştırıldığı görülüyor.

Örneğin TCK’nın 86. maddesine ek yapılarak, “kasten yaralama suçunun canavarca hisle işlenmesi” halinde cezanın bir kat artırılacağı düzenlenmiş, 87. maddede düzenlenen “kasten yaralama neticesi ölüm meydan gelmiş olması” halinde öngörülen cezanın alt sınırı aynı kalmakla birlikte üst sınırı 16 yıldan 18 yıla çıkarılmış, TCK 220. maddesinde düzenlenen “suç örgütü yönetici ve üyeliği” cezasının alt ve üst sınırları artırılmış, TCK 241. maddesinde düzenlenen tefecilik suçunun üst sınırı artırılmış, “suçun örgüt faaliyeti” çerçevesinde işlenmesi halinde verilecek cezanın bir kat artırılacağı belirtiliyor.

Ancak adli suçlarda böylesi düzenlemeler yapılırken diğer yandan aynı suçların şartla tahliye ve denetimli serbestlik kapsamı içine alınmalarındaki tek mantığın eşitsiz bir şekilde ele alınan “örtülü af” ile belli bir toplumsal tepkiyi hafifletme olduğu açıktır.

Yoksa şu ana kadar işlenen bu suçları işleyenlerin “toplum açısından tehlike oluşturmadığı” yönlü bir düşünceye sahip oldukları açıktır. Onlar da biliyorlar serbest kalanların başta işçi, kadın, çocuk ve LGBT+’lar açısından nasıl bir tehdit oluşturduğunu… Biliyorlar ama önemsemiyorlar!

Ayrıca yasada adli suç tipleri için koşullu salıvermede gerekli infaz oranı 1/2 veya 2/3 olarak değiştirilirken, siyasi tutsakların cezalarında infaz süresi oranı da düzenleniyor. Aynı eşitsizlik, “denetimli serbestlik tedbirleri” ve “evde infaz” gibi alternatif infaz yöntemleri konusunda da yapıldı. Bu hakların tamamında siyasi tutsakların kapsam dışı bırakılması “cezaları ağırlaştırma” kaygısındaki düzenlemelerle kimin hedef alındığını gösteriyor.

Covid-19 bahane!

Ancak bu düzenlemeler içerisinde kimi maddeler var ki, toplumsal muhalefete, devrimci mücadeleye gözdağı verip devrimci tutsakları hedef alarak şimdiye dek cepte biriktirilenlerin Covid-19 salgını bahane edilerek kaşla-göz arasında yürürlükten geçirilmesi amaçlanıyordu. Bunlardan biri hapishanelerdeki “disiplin soruşturma ve cezalarına” dönük kapsam genişletilmesi.

Yasanın 26. Maddesine eklenen “güvenlik amacıyla oluşturulan teknik ve mekanik cihaz ve sistemleri kasten etkisiz ve çalışamaz hale getirmek veya amaç dışı kullanmak” vurguları açıktır ki keyfi disiplin soruşturma ve cezaları iyiden iyiye esnetmeye dönüktür. Özellikle “amaç dışı kullanmak” ile ucu açık bırakılan noktalarla tutsakların tüm yaşamı denetim altına alınmak istenmektedir.

Yasanın 32. Maddesi de tutsakların dergi ve gazeteye ulaşmalarını engelleme amacına dönük. 5275 sayılı yasaya ek yapılarak, Basın İlan Kurumu aracılığıyla ilan ve reklam yayınlama hakkı bulunmayan gazetelerin hapishaneye kabul edilmeyeceği yönlü düzenleme yine egemenlerin kendi yasalarında var olan “haber alma özgürlüğü”nü ortadan kaldırıyor, tutsaklar daha derin bir tecride mahkum ediliyor.

İnfaz yasası, bir halk sağlığı sorunu söz konusu olduğunda bile faşist devletin bu durumu fırsata çevirme kaygısından zerre utanç duymayacağıdır. Dolayısıyla, infaz yasasının tek anlamı “asmayalım da besleyelim mi” faşizmine can suyu vermektir, Covid-19 bahane!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu