GüncelMakaleler

GÜNDEM | Rojava’yla yatıp Gezi ile uyanmak; korkudan dizleri titremek!

Tamda bugün, faşizmin, işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınlara daha fazla sefalet getirdiği, sınıfın her talebine, kadın ve LGBTİ’lerin mücadelesinin azgınca saldırıldığı, Alevilere yönelik asimilasyonda ivenin düşmediği ve Kürt halkının iradesinin kayyumlarla gasp edildiği bir dönemde evet tamda bugün Gezi İsyanı günceldir! Tüm korkuları budur; Ezilenlerin birleşik mücadelesi ve direnişi!

Türkiye-Kürdistan siyasetinde belirgin bir döngü ve dejavudan söz etmek mümkün. Seçim, ekonomik kriz ve çözümsüzlük sarmalına girildiği anda ortaya konulacak siyaseti öngörmek mümkün. Bugün de bu döngünün güncellenmiş hali ile karşı karşıyayız: Adına “yerel” dense de esasta sistemin merkezi yönelimi açısından son derece önemli bir yer kaplayan seçimler, ekonomik alanda çok ciddi bir kriz ve bu iki faktörün birleşmesiyle ortaya çıkan çözümsüzlük hali!

Elbette tüm bunların sonucu olarak bir kez daha savaşa sarılma gerçekliği! Kürtler, bir kez daha TC savaş arabasının menzilinde. Beka sorunu, ırkçılık ve milliyetçilikten beslenen şiddetli bir şovenist histeri eşliğinde geniş yığınların bilincine enjekte ediliyor. TC devletinin, bu konudaki tarihsel birikimine 2000’ler sonrasında yeni halkalar eklediğini ve bu gerici argümanı güncel siyaset bağlamında daha etkin bir şekilde kullandığını görüyoruz.

R.T. Erdoğan’ın bir süredir yüksek sesle dile getirdiği ve Rojava’nın hedef seçildiği savaşta tetiğe basıldı. Kürtlerin Rojava’da elde ettiği kazanımlar yeniden Türk devletinin hedefinde. 15 Aralık günü, Şengal ve Maxmur Kampı’na yönelik askeri saldırı ve bombardıman, Türk devletinin Rojava’ya yönelik düşmanlığının dinmeyeceğini aksine uygun zaman ve fırsat yakalandığı anda fiili bir askeri saldırı ve işgale dönüşeceğini göstermiştir. Kürt ulusunun imhası, bu mümkün olmadığında inkarını, katı bir asimilasyon siyaseti ekseninde yürüten Türk devleti, kurulduğu günden bu yana Kürtlerin varlığını kendisi için en büyük tehditlerden biri olarak görüyor ve algılıyor.

Kürt düşmanlığı, TC devletinin üzerinde yükseldiği temel kolonlardan biri olagelmiştir. Selahattin Demirtaş ile birlikte diğer HDP’li seçilmişlere yönelik davaların alelacele bitirilmesi, PKK lideri Abdullah Öcalan üzerindeki ağır tecrit, Leyla Güven’in açlık grevine ve bu direnişle dayanışmaya yönelik şiddetli nefret devletin kendi sınırlarında yürüttüğü inkar politikasının bir yansımasıdır.

Türk devletinin tehdit algısı, kendi sınırları içinde gelişen Kürt hareketiyle birlikte kırmızıya dönmüşken, Rojava Kürtlerinin 2012’de ilan ettiği demokratik-özerk yönetimler ile bu korku iyice depreşmiştir. Söz konusu tarihten bu yana Türk devletinin deyim yerindeyse tüm savaş aletlerini sahaya sürdüğünü, tüm güçlerini seferber ettiğini söylemek mümkün. Nitekim ilkin doğrudan Azez ve Cerablus’a onu izleyen şekilde Efrin’e yönelik işgalde bunun somut bir yansımasıdır.

Türk devleti, içerde OHAL’le birlikte başta Kürt hareketi olmak üzere devrimci ve ilerici güçlere yönelik azgın bir saldırı, gözaltı ve tutuklama furyası, gerillaya yönelik kesintisiz imha operasyonları yürütürken saldırı konseptini sınırın diğer yakasını da içene alacak şekilde genişletmiştir. Açık ki Türk devleti, Rojava’da gerçekleşen devrimi ve Kürtlerin bu tarihsel kazanımını, doğrudan beka sorunu olarak görmekte ve buna göre pozisyon alarak, tüm enerjisini buranın yok edilmesine vakfetmektedir. R.T. Erdoğan’ın sistematik bir şekilde dile getirdiği, gündemde tuttuğu, “Fırat’ın doğusuna yönelik operasyon” sözleri temelde TC devletinin bu korkusunun ve Kürt düşmanlığının bir ürünüdür. Türk devletinin “sınır”ları aşan bu atraksiyonlarının perde arkasında bu vardır. Diğer tüm gerekçe bunun dolaylı bir izdüşümüdür!

Nitekim R.T. Erdoğan/AKP iktidarı, ekonomik alanda tüm dezenformasyona, merkez medya aracılığıyla yaratılan bilgi kirliliğine ve de pansuman müdahalelere rağmen ekonomide olumsuz gidişatı durdurabilmiş değildir. TC ekonomisi ciddi bir durgunluk-resesyon- içine girmiştir. (“Yüzde 1,6’lık üçüncü çeyrek verisi hızlı bir iniş olduğunu ortaya koyuyor ve alışılmış büyüme temposunun çok altına düşen bu hal “resesyon” tanımına uyuyor.” Mustafa Sönmez. Al Manitor) Ekonomistlerin ortaklaştığı öngörü büyümedeki bu yavaşlamanın ağır sonuçlarının kısa sürede, fakat oldukça güçlü ve uzun zamana da yayılarak ortaya çıkacağı şeklindedir. Fırat’ın doğusuna yönelik askeri operasyonlar, bir yanıyla yaşanan bu ekonomik krizin ötelenmesine ve yeni sömürü uygulamaları için arazinin uygun hale getirilmesine hizmet edecektir. Savaş ve seferberlik iklimi altında Türk hakim sınıfları, ekonomik krizi bir fırsata dönüştürerek, krizin tüm yükünü emekçilerin sırtına yüklemek istemektedir.

Diğer yandan Fırat’ın doğusuna/Rojava’ya yönelik askeri operasyon, işgal saldırılarıyla birlikte R.T. Erdoğan, siyaset sahnesini, milliyetçilik ve ırkçılık çizgisinde hizaya getirmeyi hedeflemektedir. Açık ki düzen partileri buna dünden hazırdır. (“Türkiye tehditlere karşı gerekli önlemleri almalı.” CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç.12 Aralık 2018)  Söz konusu Kürtlerin mücadelesi, talepleri ve tarihsel kazanımları olduğunda düşman kardeşlerin çok kısa sürede kol kola girdiğini biliyoruz. Seçimlere yaklaşıldıkça TC devletinin, başta ABD olmak üzere emperyalistlerle anlaşabildiği oranda Rojava’ya yönelik işgale girişmekten imtina etmeyeceği açıktır!

Türk devleti, Rojava’ya yönelik işgal tehditleri ve saldırılarıyla aynı zamanda ABD emperyalizminden Suriye’de tavizler koparmaya, söz konusu saldırılar ve işgal tehdit ve girişimleriyle sahada kendini zorunlu bir muhatap olarak kabul ettirmeye çalışmaktadır. Rojava’ya yönelik her saldırı ve işgal girişiminin, Demokratik Suriye Güçlerinin, IŞİD karşısında önemli zaferler elde ettiği döneme denk gelmesi de, TC’nin cihatçı çetelere nefes aldırmaya yönelik yaklaşımına işaret etmektedir. (Sipan Hemo: Türkiye silahlı gruplarla toplantı yaptı, 16 Aralık 2018, Basın)

Rojava devrimi, TC’ye, onun beslediği cihatçı çetelere rağmen kahramanca nasıl savunulduysa şimdi de öyle olacaktır! Türk devleti karşısında Rojava halkını, YPG/YPJ’yi, burada savaşan Türkiyeli devrimcileri ve enternasyonlist savaşçıları bulacaktır! Evdeki hesaplar sahada tutmayacaktır. Nitekim süreklileşmiş OHAL rejimine, tek adam diktatörlüğüyle inşa edilen korku atmosferine, tüm yetkilerin tek bir merkezde toplandığı yeni sisteme rağmen işler yine de yolunda gitmemekte, ufuktaki seçimler içinde tehlike çanları çalmaktadır.

R.T. Erdoğan, tıpkı Efrin işgali döneminde olduğu gibi bir kez daha seçim öncesinde Kürt düşmanlığına oynamakta, yeni bir kahramanlık destanı ile gerek kendi tabanını gerekse de düzen partilerinin etkisi altındaki kitleyi konsolide etmeyi planlamaktadır.

 

Kayyumlarla gasp edilen belediyeler gerçek sahiplerine kavuşacak!

Yerel seçimler bu bağlamda merkezi ve büyük bir önem taşımaktadır. Zira yerel seçim, AKP-MHP iktidarının, Başkanlık Rejimi’nin, aynı zamanda yerel iktidar dayanaklarının kurulması, inşa edilmesi açısından kritik bir yerde durmaktadır. Tarih, yerelin gücü ve etkinliği ile birleşmeyen bir merkezi iktidarın ömrünün çok uzun olmadığını bize defalarca göstermiştir. Yerel seçimler, bu bakımdan en çokta AKP-MHP, faşist-gerici ittifakı, onu da aşan bir çerçevede devlet açısından stratejik bir önem arz etmektedir.

Biliyoruz ki, Kürt halkının iradesinin kayyumlarla gasp edilmesine AKP’sinden MHP’sine;  İYİ Parti’den CHP’ye tüm düzen partileri ortak olmuştur. Gelinen aşamada Kürdistan’da seçimler, devlet ile Kürt halkı, devrimci, ilerici güçler arasındaki çetin, şiddetli bir hesaplaşmaya ve irade savaşına sahne olacaktır. Kürdistanda, HDP/DBP, devrimci, ilerici güçler, devletin her kademden mülki temsilcileri, sivil ve resmi kolluk güçleri ile karşı karşıya gelecektir. Türk devleti şimdiden işe koyulmuş, Kürdistan’da asker ve polis enflasyonu başlamıştır. (Şırnak’ta seçim hazırlığı: Asker-polis kayıtları merkeze alınıyor. Mezopotamyaajansı.16 Aralık 2018)

Devlet, Kürdistanda, zor, şiddet, gözaltı ve tutuklama terörüyle bir korku iklimi yaratarak HDP/ DBP’nin elindeki belediyeleri almanın, bunun üzerinden de yeni bir zafer destanı yazmanın peşindedir. Kitle hareketinin geri çekilmesini fırsat bilen Türk devletinin, kesintisiz bir şekilde süregelen gözaltı ve tutuklama terörü ile buna eşlik eden askeri operasyonları da bunu amaçlamaktadır.

AKP-MHP yine de işi şansa bırakmamakta, AKP/MHP’li belediyeleri Kürdistan’da HDP, batıda ise CHP ve İYİ Parti karşısında daha güçlü pozisyonda tutmak adına adımlar atmaktadır. AKP’nin hazırlayıp Plan Bütçe Komisyonu’ndan geçirdiği torba yasa teklifinin 48. maddesi ile R.T. Erdoğan’a bütçeden istediği belediyeye istediği kadar ödenek verme yetkisi tanınması bunun somut bir göstergesidir. (6 Aralık 2018, Basın)

Yerel seçim başlığında, merkezi iktidar ile kayyumlara, katliamlara, baskı, şiddet ve devlet terörüne rağmen direnişten vazgeçmeyen ve iradesine sahip çıkan Kürt halkı, devrimci, ilerici güçler arasında keskin bir hesaplaşma yaşanacaktır. Bu alanda ortaya çıkacak sonuç, devrimci-demokratik mücadelenin seyri üzerinde önemli etkiler yaratacaktır. Bu gerçeklik, Kürt hareketi ve onunla omuz omuza direnişi büyüten devrimci, ilerici güçler ile gerçekte AKP-MHP ile aynı amaca hizmet eden ve de “dost” görünen düzen partileri arasına kalın çizgiler çekilmesini gerekli kılmaktadır. HDP, devrimci-demokratik güçler, kayyum politikasında aynı yerde saf tutan tüm düzen partilerine karşı seçim sürecini, kendi öz gücüne güvenme; halk yığınlarıyla etkileşimlerini ve örgütlülüklerini geliştirme perspektifiyle ele almak ele almak durumundadır.

Gezi’nin hayaleti bile korkutuyor!

Bugün, devrimci-demokratik ve yurtsever güçlerin belki de ne fazla ihtiyacı olan da tamda budur; kitlelerle daha fazla buluşmak ve örgütlülüklerini geliştirmek!

OHAL’in tüm uygulamalarına ve devletin AKP/MHP’de ifadesini bulan gerici- faşist tahakkümüne rağmen geniş yığınlarda büyük bir öfke birikmektedir. Düzene yönelik öfke, yığınların kılcal damarlarında, patlamak üzere volkanın ağzına doğru yürüyen birer lav gibidir! Devletin bu gerçeğin son derece farkında olduğu da gün gibi açıktır. Aradan beş yıl geçmesine rağmen dinmeyen Gezi korkusu bunun bir göstergesidir. Gezi İsyanı’nda öne çıkan aydın ve sanatçılara, akademisyenlere yönelik ev baskınları ve gözaltılar, geriye dönük bir şekilde yeni Gezi davalarının açılması, faşist diktatörlüğün Gezi korkusunun yeniden hortladığını göstermiştir.

Bu konuda onları suçlayamayız. Zira Gezi, ceberut iktidarın uygulamalarına karşı farklı renkten ve toplumsal tabakadan, geniş emekçi yığınların başka bir deyişle herkesin kendi sözü ve duruşu ile sokağa çıktığı bir kitle hareketi ve isyandı. Gezi Parkında kesilen ağaçlar, AKP iktidarı eliyle devletin 2002’den beri yaşama geçirdiği politikalara karşı biriken öfkeyi tetikleyen bir rol oynamıştır.

Gezi Parkındaki eylemler, büyük bir isyanın fitilini ateşlemiştir. AKP iktidarının attığı tüm adımlar, yaşama geçirdiği politikalar adeta bir bumerang gibi merkezine ancak daha şiddetli ve yıkıcı bir şekilde geri dönmüştür. Devletin bunca süre sonra Gezi’yi hatırlaması da bundadır. Gezi gençliğini ülkeden kovmaya çalışan AKP iktidarı, son operasyonlarla Gezi’ye dair toplumsal hafızayı da yok etmeyi amaçlamaktadır. Böylece olası kendiliğinden hareketleri bir tarihsel birikimden mahrum bırakmaya çalışmaktadır.

R.T. Erdoğan’ın sokağı diline dolması ve her vesile ile Gezi’yle ilişkilendirmesi de Gezi düşmanlığı ve korkusunun bir yansımasıdır:

“Bay Kemal kimseyi sokağa çıkartamayacaksınız. Burası Paris, Hollanda değil. Sen Gezi olaylarındaki gibi bir şey yapmaya çalışırsan o TV ekranında kendini bilmez, haddin bilmez birilerinin davetiyle iş yapacağını zannediyorsan bu millet 15 Temmuz’da nasıl meydanları dar ettiyse yine dar ederiz. Sen 15 Temmuz gecesinde Atatürk Havalimanı’ndan kaçıp Bakırköy Belediyesi’ne gitmiş olabilirsin, bu sefer kaçmaya fırsat bulamazsın. Gücün yetiyorsa işte sandık, ne yapacaksan işte sandık. Buna fırsat vermeyiz, gereğini de yapacağız.” (16 Aralık İstanbul-Esenler)

TC devleti, tamda ne kadar güçlü olduğunu bilinçlere kazımaya çalıştığı bir zamanda gerçekte bu iddianın ne kadar çürük temellere dayandığını da itiraf etmektedir. Gelinen aşamada faşizm, Fox TV Ana Haber sunucusu Kemalist Fatih Portakal’ın bile eleştirisine tahammül edemeyecek noktaya gelmiştir. Türk- İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın devlete akıl vermek ve yol göstermek adına,  “Böyle ne kadar gider? Önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ne kadar gider. İşte gördük Fransa’da gitmediğini. Üç gün sonra bizim burada görür müyüz görmez miyiz? Bize bağlı” (Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantısı. 11 Aralık 2018) sözleriyle yaptığı sarı yelek benzetmesi bile bardağın taşmasına neden olmuş ve Atalay aforoz edilmiştir. Bu da yetmemiş Hak-İş, Atalay hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.

Krizin etkisiyle her gün büyüyen yoksulluk ve hayat pahalılığı, emeğin daha yoğun ve dizginsiz bir şekilde sömürülmesi, her türlü demokratik hak ve özgürlüğe yönelik korkunç devlet terörü çelişkileri derinleştirmektedir. Gelinen aşamada yığınlardan zorla kopartılan sokaklar bile bir korku kaynağı haline gelmiştir. Açık ki hakim sınıflarda sürecin uzun süre bu şekilde devam etmeyeceğini bilmektedir. Ekonomik krizle, alım gücü düşen ve yoksunlaşan yığınlar, mutlaka tepkisini ortaya koyacaktır ki bu doğanın ve toplumun yasalarınca tanımlanmıştır.

Fransa’da Sarı yeleklilerin, akaryakıt zamlarına karşı başlattığı, kısa sürede geniş bir kitle hareketine dönüşen, Avrupa ve dünyanın birçok ülkesine de ilham olan direniş, Gezi hayaletinin Avrupa’da kol gezdiğini göstermektedir.

Gezi korkusunun temelinde yatan da Sarı yelekliler hareketinde de karşılık bulan eylemlerin, direnişin, birleştirici, sarsıcı ve yıkıcı gücüdür. Gezi İsyanı, özelliklede Batı’da Türk halkı ile Kürtler arasında, hakim sınıflar tarafından çekilen çitlerin yıkılmasına, şovenizm duvarlarının sarsılmasına vesile olmuştu. Batı illerinde, TC devletinin Kürtlere yönelik inkârcı ve vahşi politikasına yönelik algıda çok ciddi bir kırılma yaşanmış ve ortak düşmana karşı mücadelenin geliştirilmesi bağlamında çok önemli deneyimler açığa çıkmıştı.

Tamda bugün, faşizmin, işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınlara daha fazla sefalet getirdiği, sınıfın her talebine, kadın ve LGBTİ’lerin mücadelesinin azgınca saldırıldığı, Alevilere yönelik asimilasyonda ivenin düşmediği ve Kürt halkının iradesinin kayyumlarla gasp edildiği bir dönemde evet tamda bugün Gezi İsyanı günceldir! Tüm korkuları budur; Ezilenlerin birleşik mücadelesi ve direnişi!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu