GüncelMakaleler

SENTEZ | ABD-TC Ortaklığında Yeni Başrol Oyuncu: KDP, Hedef İse Ulusal Birlik

"Konjonktüre bağlı olarak Rojava’ya, Kandil’e yönelen, buralarda Kürtlerin öz yönetim ve öz savunma güçlerine saldıran TC’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne saldırmayacağının en ufak bir garantisi yoktur"

Geçtiğimiz günlerde HPG yaptığı açıklama ile KDP’nin Gare alanına dönük operasyon başlattığını duyurdu. KDP’nin Gare’ye dönük başlattığı operasyondan bir süre önce, Mart ayında yine KDP tarafından Federe Kürdistan Bölgesi Zini Werte’ye peşmergelerin yerleştirilmesi gerilimlere sebep olmuştu.

Aynı zamanda özellikle aydın ve sanatçılar tarafından yoğun tepki toplayan bu operasyonun Kürt ulusal birliğini tehlikeye atmak olduğu sıkça vurgulandı. Son süreçte yaşanan gelişmeler elbette ki KDP’nin bu alanlara dönük saldırı tehditleri ile sınırlı değil. Geçtiğimiz ay 9 Ekim’de yine KDP, Irak Merkezi Hükümeti ile Şengal’e yönelik bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşma başta ABD olmak üzere TC gibi işgalci güçleri sevindiren ve bu güçlerin desteğini alan bir anlaşmaydı. Anlaşmanın temel noktalarından birisi YBŞ’nin yani Şengal’in özsavunma gücünün ve Şengal Demokratik Özerk Meclisi’nin tanınmamasıdır.

Bilindiği gibi Şengal 2014 yılında, DAİŞ saldırılarına bizzat KDP tarafından açık hale getirilmiş ve peşmerge KDP’nin kararları doğrultusunda Şengal’den çıkmıştı. O süreçte HPG askeri gücünü oraya yönlendirerek Ezidi soykırımını önlemiş ve bölgede YBŞ’nin, yani halkın öz örgütlenmesi olan savunma gücünün kurulmasına ön ayak olmuştu. Şimdi ise bu saldırıların yöneldiği noktanın halkın öz yönetim ve savunma güçleri olması KDP’nin hem niyetinin hem de kimleri baz alarak hareket ettiğinin açık bir kanıtıdır.

7 Ekim’de MİT elemanları ile Barzani’nin toplantısının ardından karara bağlandığı iddia edilen Şengal Anlaşması’nda esas olarak, YBŞ’nin alandan çıkması dayatılıyor ve alana merkezi hükümet ile ortak bir askeri güç kaydırılma amacı taşınıyor. Bu anlaşma ile beraber, KDP’nin Şengal’e yönelik bir saldırı başlatabileceği en kuvvetli ihtimallerden birisi olarak görülüyordu.

Şengal, PKK’nin daha etkili olduğu bir alan ve KDP’nin de Merkezi Hükümetin de müdahalesinin zayıf olduğu bir bölge olması bakımından hedefe koyuluyor. Aynı zamanda TC’nin de dilinden düşürmediği bir bölge. İmzalandığı süreçte hem Şengal halkı ve öz yönetim güçleri hem de toplamda Kürt ulusal birliğine önem veren çevreler tarafından anlaşmanın tepki ile karşılanması sonucunda ise KDP yönünü bir nebze de olsa Şengal’e çevirmekten vazgeçmiş görünüyor.

Medya Savunma Alanları’na dönük hamlelerini devreye sokmuş olmasından bu çıkarımı yapabiliriz. Tabi bazı değerlendirmeler hem Şengal hem de Gare’ye dönük saldırıların eş zamanlı yürütülebileceği yönünde.

KDP’nin ne yapmaya çalıştığına dair fikirleri göz ardı etmeyerek Gare’ye dönük konuşlanma ve operasyon hamlesine dönecek olursak, Medya Savunma Alanları’na dönük bu saldırının birçok boyutu bulunmakta. KDP Gare’ye yönelmeden çok kısa bir süre önce Şengal Anlaşması’nı imzalamış ve saldırının sinyallerini vermişti. Büyük tepki toplayan bu hamleden sonra yönünü Gare’ye çevirmiş olması Gare’nin hem coğrafik hem de stratejik konumu ile ilişkilendirilebilir. Mevcut durumu Rojava ve Güney Kürdistan arasındaki bağlantıyı kesme hedefli bir operasyon olarak nitelendirmek çokta yanlış olmayacaktır.

Hatırlanacağı gibi aylar önce TC devletinin PKK’nin kamp alanlarına yönelik başlatmış olduğu Pençe-Kaplan operasyonu Rojava ve Güney Kürdistan arasındaki bağlantıyı kesmek amacını da taşımaktaydı. Kandil’e yönelik büyük bir imha operasyonunu gözüne kestiremeyen TC, görece küçük sayılabilecek stratejik hamleler yaparak alanın etkisini kırmak için çaba harcıyor. Bu amacını tek başına gerçekleştirmesi mümkün olmadığından yanına yaren olarak, hazırda bekleyen KDP’yi de işin içine katmış ve başrol oyunculuğuna terfi ettirmiştir. Elbette ki bu durum sadece TC’nin inisiyatifinde gerçekleşmemektedir.

ABD’nin de bu planlardan azade olmadığı, en kötü ihtimalle destekleyici(!) konumda olduğu söylenebilir. Ayrıca Şengal Anlaşması’nı sevinç ile karşılayan ABD’nin, TC’yi de çözüm için adres gösterdiğini hatırlatmakta da fayda var. Bu üç tarafın hiçbirinin birbirinden bağımsız hareket etmediğini söyleyebiliriz. Danışıklı bir şekilde PKK’ye ve toplamda Kürt ulusal birliğine karşı planlar yapıldığı ve uygulamaya sokulduğu gayet açık.

Ulusal birlik çağrılarına değil, TC’nin çıkarlarına ortak

Burada KDP’nin hareket tarzına, hamlelerine odaklanmak elbette ki mühimdir. Ancak vurguladığımız gibi bu hamleler TC’nin yönlendirmelerinden bağımsız gerçekleşmemektedir. En önemli geçim kaynağı Güney Kürdistan Petrollerinin gelirini TC’ye akıtan KDP’nin bağımsız hareket ettiğini iddia etmek, absürt olacaktır.

Toplamda baktığımız zaman KDP’nin son süreçteki bütün hamleleri Kürt ulusal birliğini tehlikeye sokacak ve tehdit edecek adımlar olarak nitelendirilebilir. Bu somut ve tehditkar adımların tersine KDP söylemde Kürtler arası her türlü çatışmanın karşısında olacaklarını vurgulamakta ve “Kürt’ün Kürt’e savaşını haram kılan” tavırda olduklarını iddia etmektedir.

Zamanında Şengal halkını soykırım ile yüzyüze bırakan ve şimdilerde aynı tavrı sürdüren KDP, PKK’yi, halka silah ve güç zorunu dayatmakla itham ederek yine kimler ile aynı fikirleri paylaştığını ve beslendiği zihniyeti gözler önüne sermektedir. Ayrıca PKK’nin yanlış stratejiler uygulayarak TC devletine sınır içine daha fazla çekilme olanağı sunduğu ve bu süreçte sergileyebileceği en iyi tutumun ise Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne saygı göstermek olduğu Barzani tarafından vurgulanıyor.

KDP’nin, TC ve diğer işgalci güçler ile olan ilişkisine baktığımız zaman hem Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin kazanılmış siyasi statüsünü hem de bağımsız hareket etme yetisini kimin tehlikeye attığını görmek çokta zor olmasa gerek. Güney Kürdistan’daki petrolün taşınıp pazarlanmasına kadar işgalcilere oldukça toleranslı davranan KDP’nin bu suçlamaları KCK yönetimi tarafından da kabul edilmiyor.

Kürt siyasetçiler ve aydınlar başta olmak üzere KDP’nin bu hareket tarzının tepki topladığını yukarıda da belirttik. Bu durum ulusal birliğe karşı “birakuji” yani kardeş savaşına yönelmek anlamı da taşıyor aynı zamanda. Elbette ki bu endişelerin haklılık payı yüksek. PKK ve KDP arasında tırmanması beklenen bu gerilim sadece iki taraf ile sınırlı kalmayacak ve Kürtler arasında yayılacaktır. Yaşanacak olan bu gerilim ve hatta ileri gidilirse çatışma durumu sadece işgalci güçler ve işbirlikçilerinin işine yarayacaktır.

İşgalci güçler ve işbirlikçileri açıkça tanımlamak gerekirse, TC ve onun politikalarına ortak olmaktan çekinmeyen KDP’den söz ediyoruz. Kürdistan’ın dört parçasında da PKK’ye nefes aldırmak istemeyen ve her alanda köşeye sıkıştırmaya çalışan TC’nin böylesi bir durumdan en karlı konumda çıkacağını söyleyebiliriz. Rojava’da başta olmak üzere yıllardır her alanda PKK’yi alt etmeye çalışan TC’nin maşa olarak kullandığı KDP’nin de elinde zaman içerisinde kazanımdan çok kayıp kalacaktır.

Mevcut durumda PKK’yi Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni tehlikeye sokmak ile itham eden KDP birkaç sene önce referandum seçimlerinde ve sonrasında yaşananların devam filmine seyirci kalmak zorunda olacaktır. Konjonktüre bağlı olarak Rojava’ya, Kandil’e yönelen, buralarda Kürtlerin öz yönetim ve öz savunma güçlerine saldıran TC’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne saldırmayacağının en ufak bir garantisi yoktur.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu