Makaleler

SEÇİMLERİN ARDINDAN | Ekonomik-siyasi krizi ezilenlerin lehine çevirmek elimizde!

Seçimler sürecini incelerken oy oranlarından ziyade hakim sınıfların kriz halinin hangi aşamada olduğunu, krizin ezilenler üzerindeki yansımalarını ve bu yansımayla beraber toplumsal muhalefetin hangi aşamada olduğunu incelemek sınıfsız, sınırsız ve cinsiyetsiz bir dünya için  mücadeleyi benimseyenlerin önümüzdeki sürece dair hazırlıklı olmasını sağlayacaktır.

24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerini geride bırakırken mevcut tabloyu tüm yönleriyle incelemek, ezilenlerin mücadele hattını nasıl güçlendireceğimize dair sorularımızı yanıtlandırmada kolaylık sağlayacaktır. Seçimler gibi süreçler, ezenler cephesinden ekonomik-siyasi krizin aldığı boyutu daha net bir şekilde sunduğu gibi  ezilenler cephesinden ise toplumsal muhalefetin hangi aşamada olduğunu göstermektedir.

Kuşkusuz süreci salt oy oranları üzerinden yorumlamak devrimci misyonu yerine getirme derdinde olanlar bakımından yetersizdir. Demokrasi maskesinin kolaylıkla bir kenara atıldığı bizimki gibi faşizm koşullarının hüküm sürdüğü ülkeler değerlendirmeyi ve buna uygun pratik-politik hat izlemeyi öteleyecektir. Bu bakımdan seçimler sürecini incelerken oy oranlarından ziyade hakim sınıfların kriz halinin hangi aşamada olduğunu, krizin ezilenler üzerindeki yansımalarını ve bu yansımayla beraber toplumsal muhalefetin hangi aşamada olduğunu incelemek sınıfsız, sınırsız ve cinsiyetsiz bir dünya için  mücadeleyi benimseyenlerin önümüzdeki sürece dair hazırlıklı olmasını sağlayacaktır.

Temel mesele beka sorunsalıdır

TC devletinin beka sorunsalı, bugün pek çok burjuva çevre tarafından da dilendirilen aleni bir gerçekliktir. Bu gerçeklikle doğru orantılı olarak faşizmini daha görünür hale getiren, demokrasi maskesine uzun zamandır ihtiyaç duymadan hareket eden TC devleti, AKP eliyle yaklaşık 3 yılı aşkın sürdürdüğü ama iki yıldır ismini koyduğu OHAL  ile beka sorunsalını çözmeye çalışıyor. 2015 Haziran genel seçimlerinin ardından ismini koymadığı bir şekilde kullandığı OHAL’i pratikte katliam, gözaltı-tutuklama, infaz vb. baskı ve sindirme politikalarıyla ezilen her kesime uygulayan TC devleti, 15 Temmuz  darbe girişiminin ardından, “FETÖ ile mücadele adı altında” adını koyarak politikalarını esasta ezilenlere ve ezilenlerin mücadele hattına yönelterek boyutlandırmıştır.

Yaşadığımız coğrafyada gözaltı-tutuklama, demokratik muhteva taşıyan her kurumu kapama, HDP-DBP’li belediyelere kayyum atama, gerilla alanlarına operasyonları artırma vb. şekilde devam eden saldırılara, Rojava devrimini boğma odaklı saldırılar da eklenince TC devleti, ezilenlerin mücadelesine dönük her türlü saldırısıyla beka sorunsalını aşma iddiasını derinleştirmiştir.

TC devletinin beka sorunsalı dünya üzerinde kapitalizmin içerisinde olduğu kriz hali ile birlikte giderek keskinleşen ezen-ezilen ilişkisi ile alakalı olduğu gibi yaşadığımız topraklarda Kürt ulusu başta olmak üzere  ezilen her kesimin mücadeleyi yükseltmesiyle ile de ilgilidir.TC devleti kendisini var ettiği tekçi-erkek ideolojisini, Kürt özgürlük mücadelesi ve kadın mücadelesinin gerek ülkede gerekse Ortadoğu’da yükselişe geçmesi ile beraber ezilen her kesim üzerinde sürdürememe kaygısına düşmüş; Gezi’den Kobane’ye toplumsal muhalefetin yükselişi beka sorunsalını derinleştirmiştir.

Kürt Ulusal Hareketi ile Türkiye Devrimci Hareketi  arasında güçlenen dayanışma ve bu dayanışmanın ezilenlere yansıması, üç yıldır süregelen faşizmin ağırlaştırılmış halinin devreye sokulmasına sebep olmuştur. Tekçi ideolojisi gereği şovenizm ile kendisini besleyen TC  devleti, geniş halk kitleleri üzerinde şovenizmin etki alanının kırılmaya başlaması, hak arama bilincinin yükselişe geçmesi nedeniyle sınırları içerisinde devrimci, demokrat ve yurtsever güçlere gözaltı-tutuklama-infaz politikalarını devreye sokup, katliam-zulüm-hak gaspı  politikalarını ezilen her kesime uygularken, belirttiğimiz üzere  temel meselesi beka sorunsalıdır.

Ancak tüm baskı ve sindirme politikalarına karşın TC devleti beka sorunsalını çözememiştir. AKP eliyle çözmeye çalıştığı bu sürece MHP’yi de dahil eden TC devleti, AKP-MHP ittifakıyla erken seçim yoluna giderken, bu sürece MHP’nin de dahil edilmesi anlamlıdır. Tarihsel misyonu sivil çeteleri eliyle ezilenlerin mücadele hattına saldırmaktan ibaret olan MHP, Abdullah Çatlı gibi eli kanlı bir faşisti devreye sokmuş; “Kahraman” ilan ettiği A. Çatlı  ile algı operasyonuna girmiştir. AKP’nin Sedat Peker faşisti ile geçtiğimiz dönemlerde yapmaya çalıştığı bu sürece Çatlı ile devam edilirken, korku temeli ezilenler üzerinde kurulmaya çalışılmıştır. CHP ve İYİ parti gibi sözde “muhalif” partiler ise toplumsal muhalefetin dinamiğini sisteme yedekleme derdiyle üzerlerine düşen görevi  yerine getirmeye odaklanmışlardır. AKP karşıtlığı üzerinden kendilerini örgütleyen ve kitlelerin sistem dışına çıkmamasını odak alan CHP ve İYİ partilerin muhalefetinin sözdeliğini  CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin, seçim çalışmalarında HDP’nin tutuklu cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ı ziyaret ederken ve “Ben Demirtaş’a Özgürlük Demedim” minvalindeki sözleri ortaya koymuştur. Kendi teşhirlerini yine kendileri ustalıkla yapan siste partileri bizlere fazla söz bırakmamaktadır.

Daha barbarlaşacağı aşikar olan faşizmi kendi kanıyla boğmak elimizde

Açıktır ki, seçimler de beka sorunsalını giderme açısından  yeterli olmamıştır. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun  HDP  Eş Genel  Başkanı Pervin Buldan’a telefonla “Sizi yaşatmayacağız” tehdidinden “terörle mücadele” vurguları ile OHAL’in kaldırılacağına ilişkin açıklamalara mevcut tablo bunu göstermektedir. Siyasi-ekonomik açıdan OHAL’in altından kalkamayan TC devleti, tekrar isimsiz halde OHAL koşullarını sürdürmek üzere OHAL’i kaldıracağını açıklarken son KHK’sini de “terörle mücadele” üzerine çıkaracağını açıklamış, ”terörü bitireceğiz” açıklamalarını yoğunlaştırarak, ezilenler ve ezilenlerin mücadele hattına yönelik saldırılarını pekiştireceği sinyalini vermiştir.

HDP milletvekili adayları profiliyle gösterdiği üzere  devrimci, demokrat ve yurtsever güçlerin birlikte mücadele şiarını benimseyerek ,sürece yanıt olma derdiyle hareket etmektedir. Bizlerde seçimlere ilişkin tavrımızda, birlikte mücadelenin  ve dayanışmanın önemini ortaya koyarken diğer yandan burjuva sistemin teşhirini kitlelerin bu denli politize olduğu bir süreçte örgütlenme üzerinden ele aldık. Seçimlerde ki tavrımız ezilenlerin mücadelesini  büyütme kaygımızla alakalıdır. Kitlelerin bu denli politize olduğu bir süreci, demokratik halk devrimine  kanalize etmek üzere araçsallaştırdığımız seçimler sürecinde devrimci dayanışmayı yükseltmek de temel gündemimiz olurken, komünist önder İ. Kaypakkaya’nın şu sözleri yolumuzu aydınlatmaktadır: “Faşizm ,şartlara göre parlamentoyu muhafaza ederek ve ya  tasfiye ederek, çok daha koyulaşabilir, çok daha barbarlaşabilir. Bunu önlemenin yolu, faşist diktatörlüğün daha koyu biçimine karşı, daha ehven biçimlerinin muhafazasını savunmak değildir. Şartları müsait görür görmez, gericilikle işbirliği aracı olan reformcu burjuva iktidarını savunmak ta değildir. Faşizmin bütün biçim ve derecelerine karşı, anti-faşist halk cephesinin iktidarını savunmak, bunun için mücadele etmek ve bu iktidarı gerçekleştirmektir.” (Seçme Yazılar, İ. Kaypakkaya, sf 356)

TC devletinin içerisinde olduğu ekonomik-siyasi krizi ezilenlerin lehine çevirmek bugün elzem bir görev olarak karşımızda durmaktadır. Bu da örgütlenme araç yöntemlerimizi, sürece özgü bir  biçimde ele almak, devrimci dayanışmayı güçlendirmek, ”ilkede sağlamlık, politikada esneklik” şiarıyla hareket etmekle mümkündür. Çok daha barbarlaşacağı aşikar olan faşizmi kendi kanıyla boğmak elimizdedir!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu