Güncel

YORUM | Yerel seçim ve yönetememe krizi üzerine…

"Yerel seçimlerin beka meselesine dönüştürülmesinin altının bu açılardan ele alındığında boş olmadığı ya da sadece muhafazakar, milliyetçi kesimleri etrafında toplama amacı gütmediği görülecektir. Yönetememe sorunu, tanzim satış noktalarında, iş kuyruklarında, kayyumlarda ve “seçilirlerse yine kayyum atarız” tehdidinde görülmektedir"

31 Mart yerel yönetim seçimleri yaklaştıkça siyasi iktidar partisi ve ‘koalisyon’ ortağı seçim çalışmasını bir bütün olarak ‘beka sorunu var’, ‘ülke elden gidiyor’ propagandası üzerine inşa etmiş durumda.

Dağılma eğilimi içinde olan tabanlarını bu yöntem ile tekrar tahkim etmek istiyorlar. Toplumun nabzını ölçmek için yaptırdıkları anket sonuçlarını gördükçe gerginlik politikasının da dozajını yükseltiyorlar. Kendileri dışında seçimlere katılacak tüm partileri (CHP ve İYİ parti gibi sistem partilerini bile) Devlet Bahçeli’nin;  “milli güvenlik tehdidi” olarak görmesi/göstermesi egemenlerin içlerinde yaşadığı yapısal krizin evrildiği noktayı gözler önüne seriyor.

Ekonomik krizin var olan çelişkileri derinleştirmesi Türk hakim sınıfları içinde kliklerin seçim sonuçlarını geleceklerini devam ettirip-ettirememe şeklinde okumalarına neden oluyor. Çünkü tünelin sonunda ki uçurumu onlar da görüyor. Burjuva feodal partiler için seçimler en basit haliyle periyodik olarak yapılan ve halk katmanları içinde sisteme karşı oluşan güvensizliği ve sistem dışına yönelen arayışları engellemek ve tekrar rejim kanallarına akıtmaktır.

Aynı zamanda seçimler burjuva partiler için halk katmanlarının ‘rızasını alarak’ bir sonraki seçim tarihine kadar iktidarda-hükümette olabilmek ve demokrasi oyununu sürdürmek için gerekli bir araçtır.

Seçimler nasıl devrimci proleterler için bir araçsa aynı şekilde kapitalist rejim için de varlığını, iktidarını hangi yöntemlerle sürdüreceği yönünde bir araçtan ötesi değildir. Emperyalist kapitalist rejime göbekten bağımlı yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde komprador burjuvazinin siyaset arenasında ki temsilcisi olan partilerin ekonomik-sosyal ve siyasal krizler nedeniyle teşhir olmaları ve yıpranmaları daha hızlı bir şekilde gerçekleşir.

Bu nedenle seçimler ekonomik-sosyal ve siyasal krizlerin derinliğine, şiddetine ve yönetilebilir olma durumuna bağlı olarak normal periyodundan daha erkene çekilebilir. Coğrafyamızda rejim krizinin sistem partileri üzerinde yarattığı tahribat şimdi de yerel (belediye başkanlığı, belediye meclisi, muhtarlık) seçimleri genel seçim haline dönüştürerek onarılmaya çalışılıyor. Bugün, yapılacak olan yerel seçimlerin genel seçim ve cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin referandumu şeklini alması sadece an’a has bir şey değildir.

Geçmişte de yapılan bütün yerel seçimler o günün kendi özgün koşulları altında yapılmış olsa da hepsi üç aşağı beş yukarı aynı şekilde genel seçim haline bürünmüştür. Bizim gibi ülkelerde burjuvazi ile emekçiler arasındaki çelişki nasıl daimi bir çatışma ise aynı şekilde hakim sınıf klikleri içinde de çatışma, iktidara-hükümete gelme çelişkisi daim ve serttir. Egemenler içinde yaşanan çatışmanın niteliği ve boyutu emekçi halk kitlelerinin sistemle olan bağının durumuyla paralellik taşır.

Yani yönetilenlerin artık eskisi kadar kolay yönetilmek istemediklerinde, yönetenlerin yönetme gücünün, kabiliyetinin zayıflayarak kriz hali alması durumunda burjuva sınıf içinde “birlikte, barış içinde” yaşamayönetme düzeni de bozulur. Çatışma açıktan aleni bir hal alır. Rejimin dizaynı 90 yıl öncesinin şartları altında o günün ihtiyaçlarını karşılamak için yapılmış olduğundan egemen sınıflar gelinen aşamada yeni koşullara uyum sağlamakta adaptasyon sorunu, yani yönetim sorunu yaşıyor. Değişen koşullara hızlı bir şekilde uyum sağlamayan rejim, biriken yükü taşıyamıyor. Uçurum kenarına eli kolu bağlı olarak gelindiğinin farkında olan hakim sınıflar krizin çöküntü haline dönüşmesini engellemek(yavaşlatmak) için yeni yollar arıyor.

Bunun için cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle devlet bürokrasisi bir nokta etrafında merkezileştirilerek( AKP muhalifleri buna tek adam yönetimi dese de, bu tek adam yönetimi değildir, yönetimin merkezileştirilmesidir)  sorunlara hızlı ve daha etkili müdahale ederek çözüm üreteceği umudu/beklentisi de tutmayarak çabuk sönümlendi. Var olan rejim krizinin derinleştiği 24 Haziran seçimlerinin üzerinden 1 yıl bile geçmeden yeni sistemin başarısızlığıyla sonuçlanmıştır.

Emperyalist-kapitalist mali finans tekellerinden akıtılan sıcak para musluğunun kapatılmasıyla derinleşen ekonomik kriz, mali krizden reel krize evrilmiş, iç piyasayı sarsarak binlerce küçük üreticinin iflas ederek kepenk indirmesine neden olmuştur. Büyük ve orta büyüklükteki sermaye grupları da yaşanan sıkıntıdan belli oranda payına düşeni almış, konkordato ilanlarıyla ekonomik krizin yükünü emekçilerin üzerine yıkmıştır. TÜİK verilerine göre işsizlik oranı 4 milyona dayanmış, her 4 işsizden 1 tanesi üniversite mezunu işsiz haline gelmiştir. Gerçekte ise işsiz sayısı 6,3 milyonu geçmiştir. Kentsel dönüşüm adı altında talan edilen emekçi semtlerde inşaat firmaları ‘iflas etmiş’ yüzbinlerce insan evsiz-barksız kalmıştır.

Köylü/küçük aile işletmeleri artan girdi yüküne dayanamayarak bir bir iflas etmiş, yaşamsal varlıklarını koruyabilmek için tarımsal üretim faaliyetinden vazgeçmek zorunda kalmıştır. Ülke nüfusu her yıl düzenli olarak artarken tarımsal üretim yapılan alanlarsa tersi bir paralellikte azalmaktadır. AKP iktidara geldiğinde 7,7 milyon olan tarım nüfusu 2018’de 5,3 milyona gerilemiştir.

Çiftçi kayıt sistemine kayıtlı üretici sayısı bunun yarısı bile değildir. “Tarımın milli gelirdeki payı 10 yıl önce %10’larda iken bugün %3,7’ye düştü.” (Murat Muratoğlu, Sözcü, 07.02.2019) Açlık-yoksulluk kronik bir hal almış binlerce insan İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerde kışın yağmuruna, karına, soğuğuna aldırmadan(katlanarak) 12 lira daha ucuza sebze-meyve alabilmek için saatlerce açlık kuyruğunda bekler hale getirilmiştir. Soğan-patates vb. kotayla satılırken, yoksulun aşı olan menemen zengin sofrasına transfer olmuştur! Siyasi iktidar partisi tanzimlerin önünde oluşan açlık kuyruğunu emekçi halkla dalga geçer gibi ‘bolluk-bereket kuyruğu’ olarak pazarlamaya kalkabiliyor.

Tarihi kendisiyle başlatan siyasi iktidar partisi her türlü kötülüğün kaynağı olarak gördüğü İnönü CHP’sini bol bol eleştirse de 70’lerde karne ile satılan tüp-gaz-yağ kuyruğu bugün tanzim kuyrukları olarak kendi eseri oldu. Açlık ordusu bir kez yürümeye başladığı zaman, hiçbir güç onun akışını engelleyemez. Bunun bilincinde olanlar bu nedenle açlık kuyruğunu ‘bolluk kuyruğu’ diyerek bilinç bulanıklığı yaratmakta. Sorunun kendilerinden kaynaklanmadığı, ekonomik saldırı altında oldukları yönündeki manipülatif söylem ve ‘beka sorunu var’  bandosu eşliğinde hedef şaşırtmak isteniyor. Böylece halkın tepkisi AKP’den-hükümetten, aracı komisyonculara, sistemin yarattığı sonuçlara, nedenler sorgulanmaksızın yansıtılmış olunacak. Ekonomik kriz sadece yoksul emekçi halkı derinden etkilemez, aynı zamanda komprador burjuvazinin siyaset arenasında ki partilerini de iktidarda olup olmamasına bakmaksızın aynı sertlikte etkiler. AKP içinde yaşanan ‘eski’, ‘yeni’ yol ayrımı, MHP’nin varlığını AKP’ye bağlaması ile başlayan iç çalkantıları ve İYİ partinin ortaya çıkışı. İYİ partinin kuruluş amacına uygun ha

reket edememesi, adeta yamalı bohça gibi ne zaman dağılacağı belli olmayan iç çalkantıları, CHP’nin yerel seçim öncesi yaşadığı iç kaosu… Bunların nedeni dünyada ve bölgedeki gelişmelere Türk hakim sınıflarının uyum sağlayamamasının yol açtığı sorunlardır. Komprador burjuvazi saflarında yapısal kriz sarmalının derinliği hızlı bir şekilde çöküntüye dönüşmektedir. Hakim sınıflar içinde durum bu şekildeyken devrimci proleterler ve Türkiye Devrimci Hareketi’nin durumu nasıl sorusuna ne yazık ki benzer bir cevap verilmesi gerekiyor.

Devrimci hareketin sınıf karşıtı komprador burjuva rejimle aynı akıbeti yaşıyor olması tarihin bir ironisi midir? Yoksa sınıf mücadelesinin doğal bir yasası mıdır? “Sınıflı toplumlarda herkes belli bir sınıfın üyesi olarak yaşar ve istisnasız bir şekilde her düşünce biçimi, üzerinde ait olunan sınıfın mührünü taşır” (Mao) Sınıflı toplumun bir parçası olarak kapitalizmin içinden doğum yapmış olan işçi sınıfı, bir parçası olduğu toplumun kimi özelliklerini doğum lekesi gibi taşıması da kaçınılmazdır.

Bu doğum lekesinin izleri burjuvazi kadar eski olduğu için ondan kurtulmakta kolay değildir. Kendini ideolojik-politik olarak anın koşullarına göre uyarlamayan her düşünce biçimi var olan zaaflarından kurtulamaz. Her olayda şekil değiştirerek yeniden ortaya çıkar. Sonuç olarak “Eğer bir kişi yaptığı bir işte başarılı olmak istiyorsa, yani umduğu sonucu elde etmek istiyorsa düşüncelerini dış dünyanın kanunları ile uyumlu bir şekle getirmelidir, eğer bu uygunluk sağlanmaz ise kişi pratikte başarısız olacaktır”. (Felsefi Yazılar, Mao, Patika Kitap) Gökkubbe altında irili ufaklı mücadelelerin egemen sınıfların yaşadığı(faturası halka kesilen) ekonomik-siyasi krizin yarattığı durumlara her zamankinden daha fazla yönelmek zorunludur.

Yerel seçimlerin beka meselesine dönüştürülmesinin altının bu açılardan ele alındığında boş olmadığı ya da sadece muhafazakar, milliyetçi kesimleri etrafında toplama amacı gütmediği görülecektir. Yönetememe sorunu, tanzim satış noktalarında, iş kuyruklarında, kayyumlarda ve “seçilirlerse yine kayyum atarız” tehdidinde görülmektedir.  Kitlelerdeki hoşnutsuzluğu sınıf mücadelesine dönüştürmek için esas sorumluluk devrim ve demokrasi güçlerindedir. Sürecin gelişimi buradaki değişime bağlıdır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu