Makaleler

Tek bir kıvılcım tüm bozkırı tutuşturabilir!

Türkiye’nin içinde bulunduğu mevcut durum, düzenin yarattığı sorunları çözemediği gibi daha zorlu bir sürece giriliyor. Devletin yönetici kademelerindeki iktidar kavgası ve ezilen sınıflar üzerindeki baskı ve sömürü mekanizması egemen güçleri daha saldırgan kılıyor. Bunun sonucunda devlet erki, emekçi kitlelere, Kürt ulusuna ve tüm ezilen kesimlere yönelik baskı ve tahakkümünü giderek daha üst boyutlara tırmandırıyor. Devlet bu saldırılarıyla toplumu sindirmeyi hedefliyor. Onlar üzerindeki egemenliğini pekiştirmeyi amaçlıyor. Ancak tüm saldırılarına karşın mevcut durum hiç de devlet erkinin başında bulunan R.T. Erdoğan/Saray’ın tasarladığı gibi değil. Kendi çıkarları için hedefledikleri istikrarı bir türlü oluşturamadılar. Darbe ve sonrası yapılan baskılar, saldırılar Kürt halkının direnciyle birlikte, diğer bölgelerdeki halk katmanlarının da tepkisiyle karşılandı. Devletin saldırılarına karşı boyun eğilmedi ve çeşitli eylem ve gösterilerde karşılık bulan direnişle yanıt verildi. OHAL ilanı ve hileli referandum ile devlet kurumu kitleler nezdinde daha da teşhir oldu.

 

KHK devleti!

15 Temmuz 2016’da yapılan darbe girişimi bahane edilerek, 20 Temmuz’da ilan edilen Olağanüstü Hal(OHAL) gerçekte bir darbedir. Öyle ki OHAL ile birlikte devlet erki üzerinden yapılan baskılar, saldırılar, katliamlar ile darbe dönemine özgü bir sürece girildi. Bunun sonucu ezilen sınıflar, Kürtler, Aleviler, ilerici tüm güçler üzerinde uygulanan baskı ve saldırılar üst boyutlara tırmandırıldı. 

İlan edilen OHAL ile birlikte, uygulamaya konan Kanun Hükmünde Kararnameler(KHK) üzerinden 135 bin civarında kişi görevden alındı, işten çıkarıldı, ihraç edildi. KHK üzerinden bu ihraç uygulamaları halen yürürlüktedir. İhraç edilenlerin çoğunluğu okullarda, üniversitelerde, devlet dairelerinde vb. yerlerde çalışan kamu emekçileridir. Ayrıca 10 binlerce kişi tutuklandı ve hapishaneye kondu. Tüm bunlarla beraber 1400’ü aşkın dernek, vakıf, televizyon, radyo vb. kurum kapatıldı. Devrimci, yurtsever, muhalif basın üzerindeki baskı ve engellemelerde daha da arttı. Bunun sonucunda yüzlerce gazeteci sorgusuz-sualsiz tutuklandı.

HDP/DBP üzerindeki baskılar da 20 Temmuz darbesiyle daha üst düzeye tırmandırıldı. Partinin eş başkanları ile 12 milletvekili, binlerce parti yöneticisi ve üyesi gözaltına alındı ve tutuklandı. Seçimlerde seçilen il ve ilçe belediye başkanların çoğunluğu da görevlerinden alındı ve tutuklandı. Yerlerine yapılan kayyum atamaları OHAL sonrası da sürdürüldü. Böylece HDP/DBP iyice etkisiz hale getirilmek istendi.

Tüm bu uygulamalar mevcut süreçte aynı hızla devam etmektedir. 16 Nisan 2017’de düzenlenen referandum bu koşullarda yapıldı. Referandum ile hedeflenen, devletin hakim sınıfların ihtiyaçları temelinde yeniden örgütlenmesidir. Tüm yetkilerin tek bir erkte toplanması bu dönüşümün temel odağını oluşturuyor. Bu uğurda, referandum öncesinde ilan edilen Olağanüstü Hal ve KHK üzerinden AKP tüm inisiyatifi ele aldı ve baskı aygıtını daha üst boyutlara tırmandırdı. AKP, 16 Nisan referandum sürecinde temelde Türk hakim sınıflarının ayrıca MHP’nin merkezi yapısının açıktan desteğini aldı. Artık neredeyse AKP’nin bir propaganda bürosuna dönüşen “ana akım” medya referandum boyunca AKP’ye çalıştı. Referandumda “Hayır” tavrını takınan CHP, düzen partisi olarak HDP’ye yönelik politikalarla yaratılmaya çalışılan muhalefet boşluğunu doldurma rolünü oynamıştır. HDP, ana akım medya tarafından yok sayılmış, kriminalize edilmiştir. Tüm bunlara karşın kitlelerin önemli bölümü öne sürülen anayasayı kabul etmemiştir. Kürtler, Aleviler, devrimci ve demokratlar, devletin tüm baskılarına karşın dayatılan gerici anayasaya karşı tavır aldı. Bunun sonucunda “Hayır” tavrı takınan kitleler, baskı ve engellemelere rağmen referandumda ciddi bir duruşu sokakta inşa etmiş ve daha fazla politize olmuştur. Nitekim referandum “Hayır” atmosferinin damgasını vurduğu koşullarda yapıldı.

Ne var ki 2.5 milyonu bulan geçersiz oy, YSK(Yüksek Seçim Kurulu) tarafından geçerli sayıldı. “Evet” oyları çoğunluğu sağlayarak anayasa değişikliğinin “kabul edildiği” ilan edildi. YSK tarafından ilan edilen hileli ve şaibeli resmi sonuçlar, TC Anayasası’na göre bile yasal ve meşru değildir. Dolayısıyla darbe ve OHAL şartlarında yapılan, üstelik hileyle sonuçlandırılan bu referandum gerçekte geçersizdir. Dolayısıyla piyasaya sürülmek istenen bu anayasa kitlelerin çoğunluğu nezdinde meşru değildir.

Böylesi bir referandum mevcut sistemin ve devletin nasıl çetrefilli bir sürece girdiğinin göstergesidir. Ekonomik, sosyal, siyasal olarak mevcut sistem iyice tıkanmıştır. Sorunların üstesinden gelemeyen mevcut düzen giderek saldırganlaşmakta, devleti yönetebilmek için artık bu denli hile ve gayrı-meşru faşist yöntemlere hem de yığınların gözünün içine baka baka başvurma ihtiyacı duymaktadır. Devletin kurumları ve üzerinde yükseldiği temeller iyice sarsılmaktadır.

Hiçbir zaman demokratik ve gerçek anlamda hukukla ilişkisi olmayan yasama, yürütme, yargı kurumları özerkliklerini ve işlevlerini iyice yitirmişlerdir. Öyle ki kararlar meclis dışında alınan günübirlik kararnamelerdir. Devlet KHK’lerle yönetiliyor. Devletin çarkı iyice raydan çıkmış durumda. Bunun sonucunda zaten temsili bir işlevi olan meclis artık bu fonksiyonunu bile iyice yitirmiştir. Yasama ve yürütme kurumları işlevsiz kılınmış durumda. Tüm bunlar Cumhurbaşkanlığı/Saray üzerinden yerine getirilmektedir. Tüm yetki “Başkan”da toplanmaktadır. Mevcut devletin bu denli saldırgan ve pörsümüş bir hale gelmesi, üzerinde yükseldiği sistemin temellerinin nasıl çatırdadığının göstergesidir.

 

Yığınların devinimine kulak verelim!

Ülkenin içinde bulunduğu bu durum çeşitli milliyetlerden emekçilerde güvensizlik ve tepkinini birikmesine ve büyümesine neden olmaktadır. 19-25 Aralık’ta yolsuzluk ve rüşvetle ayakta duran karakteri iyice teşhir olan AKP hükümeti, referandumda yapılan hile ve entrika sonucu daha fazla teşhir oldu. T. Kürdistanı’nda öz yönetim direnişlerine yönelik faşist terör ve katliamlarıyla da bu durumu iyice perçinledi. Nitekim referandum öncesi ve sonrası halk yığınları oluşan öfkelerini sokakta dile getirdi. Bu tepki ve öfke giderek kitlesel eylemliliklere dönüştü. Kitleler biriktirdikleri tepkiyi referandumda yapılan hile ve şaibelere karşı sokakta açığa çıkardılar.

Açık ki ezilen yığınların, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, AKP şahsında düzene karşı oluşan öfke dalgasının farkına varılmış 20 Temmuz’da yapılan darbe, ilan edilen OHAL ve KHK’larla bunun önüne geçilmeye çalışılmıştır. OHAL’e rağmen referandumdaki hilelere karşı çeşitli illerde yürüyüşler, gösteriler yapılmış, tepkiler dile getirilmiştir. Bu eylemler ezilenlerin enerjisinin daha radikal kulvarda ilerleme eğiliminde olduğunu da gösterdi. Ne var ki tam da bu sırada düzen partisi olan CHP devreye sokuldu. CHP ezilenlerin bu öfkesini tarafından pasifize edilip, denetim altına almaya çalıştı. CHP kısmen bunda başarılı oldu, kendi kitlesinin tepkisini frenleyebilmiş ve denetimi altında tutmuştur.

Her şeye karşın kitlelerin AKP iktidarına karşı güvensizlikleri ve hoşnutsuzlukları yok olmadı. Birbirinden kopuk, kendiliğinden kitle eylemleri gündemdeki varlığını koruyor. OHAL kararıyla ihraç edilen eğitimciler Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın açlık grevi direnişi aynı zamanda bozkırın ne kadarda kuru olduğunu ve tutuşmaya da hazır bulunduğunu gösterdi. Eylemin kamuoyundan aldığı destek AKP iktidarını, İkinci Tekel ve Gezi İsyanı korkusuyla harekete geçirmiş ve bunun sonucunda Nuriye ve Semih tutuklanmıştır. 

Gezi İsyanının 4. yıldönümünde yapılan miting ve yürüyüşler emekçilerin ve devrimci, demokrat, yurtsever kesimlerin mevcut sisteme yönelik öfkelerinin dışa vurumudur.  T. Kürdistanı’nda kentlerin yerle bir edilmesine, yıkıma ve yağmaya, siyasi ve askeri operasyonlara rağmen Kürt hareketinin, Kürt halkının direnişi durdurulamamıştır. Türk devletinin tüm çabalarına, örgütlediği çeteler eliyle Kürtlerin kazanımlarına dönük düşmanlığına karşın Rojava’da DAİŞ büyük oranda yenilmiş, geri püskürtülmüş ve Rakka zaferin menziline girmiştir.  AKP daha önce yaptığı gibi işçi grevlerine yönelik düşmanlığını bu defa da OHAL’in sağladığı avantajlarla göstermekten imtina etmedi. Türk sermayesinin talebi doğrultusunda AKP, işçi sınıfının kazanılmış bir hakkı olan kıdem tazminatını kaldırmaya çalışıyor. İşçi sınıfı üzerindeki sömürü ve baskı daha da derinleştiriliyor.

AKP’nin, kıdem tazminatına dair değişikliği ertelemesi, geri adım atması, bozkırın tutuşmasından duyulan korkunun bir ürünüdür. AKP/Saray, yasak ve ertelemeye rağmen Şişecam işçilerinin devam eden direnişinden ve duruşundan gerekli mesajı almışa benziyor!

Tüm bunlar günümüz darbe, OHAL, KHK koşullarında,  sömürü ve baskı mekanizmasının daha katmerli boyutlara tırmandığı bir süreçte uygulanıyor. Ama mücadele yine de bastırılamıyor ve ezilen, sömürülen sınıf ve katmanlar, kitleler tepki ve öfkelerini dile getiriyor, direniyor, faşizme meydan okuyorlar! Burada acil bir ihtiyaç olarak önümüzde duran ise devrimci, yurtsever, ilerici güçlerin kitlelerle bağlarını güçlendirme ve ilişkilenmesidir.  Kitlelerin düzene karşı kendiliğinden ve birbirinden kopuk eylemlerinin ve tepkilerinin örgütlü bir hatta çekilmesi bugünün öncelikli gündemi olarak karşımızda duruyor. Baskının, sömürünün daha arttığı, çelişkilerin daha keskinleştiği, emekçi kitleler nezdinde sistemin ve devlet erkinin daha teşhir olduğu, güvenin daha sarsıldığı bu konjonktür örgütlenme zeminini de güçlendirecektir. Tükenmeyen bir enerji ve coşkuyla, ezilenlerin değişen ve dönüştüren, yıkan ve aynı zamanda yaratan devinimine daha fazla kulak vermeliyiz!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu