Makaleler

Türk Sermayesinin Birikim Süreci ve HES’ler

Hemen her gün gazetelerde Hidroelektrik Santrallerine (HES’lere) dair haberler yer alıyor. Ya yeni bir HES yapımı ya da yapılan HES’lerin sonuçlarını okuyoruz. Derelerin bu kadar çok gündeme gelmesinin nedeni “Dereler boşa mı akacak”(R.T.Erdoğan) zihniyetinin ya da “çevre daniskacılığının” dereleri kar-ticaret alanına çevirmesi olduğunu artık herkes biliyor.

 “Karanlıkta kalacağız” söylemiyle her dere üzerine bir baraj yapma sevdasının şaibeliği, halka mı, sermayeye mi hizmet konusunda AKP hükümetinin sınıfsal tercihinden ileri gelir. Hemen her baraj açılışında halka hizmetten dem vurulur, fakat dereleri kurutan, doğayı tahrip eden ve ekolojik dengeyi bozan hizmet açıktır ki halka değil Türk sermayesinin birikim sürecine hizmettir.

Enerji sektöründe Türk sermayesinin HES’lere yönelimi 2000’li yılların başlarında başladı. Bu yönelim 2007-2008’lerde doruk noktasına ulaştı.2008 sonrası sermaye yöneliminde yavaşlama başladı. 2013 yılı başlarında Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu(EPDK) verilerine göre 900 civarında elektrik üretim lisansı verilmiştir. Derelere baraj yapacak şirketler daha çok anonim ve limited biçiminde örgütlenen şirketlerdir. Üretim lisansı olan şirketlerin 582 tanesi 20 MWM Kurulu gücün altında üretim yapmayı planlarken, 50 MWM gücünde elektrik üretecek HES sayısı 116’dıır.

HES yapılan ve yapılması planlanan il sayısı 71’dir.Bu ülkenin tüm derelerinin özelleştirildiği anlamına geliyor. HES yapılması için verilen üretim lisansının bölgelere dağılımı Türk sermayesinin de yoğunlaştığı alanları gösteriyor. Doğu Karadeniz bölgesi için verilen HES üretim lisansı 245, Kürdistan da 252, Akdeniz de ise 133 adettir.

Türk sermayesinin HES’lere olan ilgisi kuşkusuz ki karanlıkta kalma korkusudur. Bahse konu olan karanlık, sermaye birikiminin ihtiyacı olan enerjinin sağlanamamasının Türk sermayesine yaratacağı karanlıktır. Türk sermayesi emek-yoğun sektörler de (tekstil-inşaat gibi) elde ettiği birikimi, teknoloji yoğun sektörlere açarak daha da artırma yönelimine girdi. Bu aşamada ihtiyaç duyulan ilk şey enerjidir. Maliyeti düşük bir enerji kaynağı elde etmenin Türk sermayesi açısından tek yolu vardı. Buda, “Yenilenebilir enerji” denilen HES’lere yönelmekti. Bu hızla gerçekleştirildi. HES’lere yönelimde sermayedarlar, hem kendi ihtiyaçlarını karşılama hem de enerji satışı yapma amacı taşıyor. ADD Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş. enerji alanında 6 farklı isimle yatırım yaparak hem enerji satışı, hem de ihtiyacı olan enerjiyi kendi üreterek maliyeti düşürmeyi hedefliyor. Beyaz eşya üretimi yapan Zorlu Holding’in enerjiye yönelmesi de aynı amacı taşıyor.

Türkiye’nin dört bir yanına HES inşa eden şirketlerin varlığı, Türk sermayesinin düne kadar birikim sağladıkları alanın dışına taştığını, sermaye birikim sürecini emek yoğun sektörle birlikte, teknoloji yoğun sektörlerle devam ettirme çabası içinde olduğunu gösteriyor. EDDK’nin 900 civarında üretim lisansı verdiği şirketlerin son 12 yıllık dönemde kurulması da aynı duruma işaret ediyor.

Devlet bugüne dek büyük sermayenin, sermaye birikimi için ihtiyaç duyduğu enerjiyi temin edebilmesinin önünde ki bürokratik engelleri kaldırdı. Barajların yapılacağı alanların SİT alanı olması ya da dünya mirası olarak kabul edilmiş alanlar olmasına hiç aldırış etmeden bunu gerçekleştirdi. HES’lerin yapıldığı bölgede yaşayan halkın direnişi ve verilen hukuk mücadelesi karşısında, devlet sermayenin önüne çıkan bu engeli aşmak için her yolu deniyor. HES protestolarına katılanlara eyleme katılma cezası dahi veriyor. Hiç bir yasal ve bürokratik engelin kalmaması açısında meclis komisyonunun elinde “Su Kanun Taslağı” var. Devlet doğayı metalaştırıyor ve bunu halka hizmet olarak gösteriyor. Türk sermayesinin HES’lere yönelimi, Türkiye’nin cennet köşesi olarak tabir edilen yerleri, barajların yapıldığı alanda ki doğal hayatı, ekolojik dengeyi, tarihi mekânları, bütün doğayı ve canlı yaşamını azami kar elde etmek uğruna tahrip ediyor.

Türkiye’nin hemen her köşesinde, doğrudan yaşam alanlarını etkileyen HES’ler nezdinde, çevre duyarlılığı, hak talebinde bulunma haklarını savunma, bizzat fiili eylemlerle gelişmiş durumda. Bu duyarlılığı doğrudan siyasi taleplere dönüştürmek ve sınıfsal-siyasal bir mecraya çekmek, verilen mücadelenin kalıcı kazanımları açısından elzemdir. Biriken öfkeyi bu eksende örgütlü bir güce dönüştürmek devrimci güçlerin daha aktif çalışmalarıyla mümkündür. Sermayenin örgütlülüğüne karşı başka bir alternatifimiz yoktur.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu