GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | DAİŞ’leşen Faşizme Karşı: İSYAN MAYALANIYOR!

Gençlik örgütlerinin Suruç Katliamı’nın 5. yıldönümü vesilesiyle gerçekleştirdikleri yaygın ve kitlesel anma etkinlikleri de faşizmin bütün baskı ve saldırılarına karşı başaramayacağının bir göstergesidir.

Son haftalarda AKP-MHP iktidarı adeta yangından mal kaçırırcasına hızlandırılmış biçimde çeşitli yasal düzenlemeleri meclise getiriyor ve hızlı bir şekilde yasalaştırıyor. Önce bekçi yasası ardından baro yasası çıkartıldı. Baroların yasaya yönelik itirazları dikkate bile alınmadı. Üstelik yasa hakkında görüş belirtmek isteyen avukatlar kolluk güçlerinin saldırısına maruz kaldı.

Ardından İslamcı Türk faşizminin yıllandır dillendirdiği Ayasofya’nın camiye çevrilerek ibadete açılması da benzer bir şekilde hızlıca gerçekleştirildi. Ayasofya’nın ibadete açılması ve Cuma namazının burada kılınmasının bir şova dönüştürülmesi, iktidarın kendi tabanını birleştirmesi ve gerileyen kitle desteğinin bir noktada durdurulmasının ötesinde bir anlam taşımaktadır.

Daha bir yıl öncesine kadar Ayasofya’nın ibadete açılması taleplerini provokatörlük olarak tanımlayan R.T.Erdoğan’ın bu adımı atmasının elbette ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krizin boyutları başta olmak üzere bunun yanında hem içerde hem dışarda yaşanan gelişmelerle bağlantılı olduğuna kuşku yoktur.

Rejim, işçi sınıfına ve halka karşı savaş açmış durumdadır. Diğer bir ifadeyle sınıf savaşı tüm şiddetiyle sürmektedir. Olguya buradan bakıldığında, faşist rejimin attığı her adım, uygulamaya koyduğu her politika, sınıf mücadelesi zemininde karşılığını bulmaktadır.

Son derece pragmatist, İslamcı faşist bir politikacı olduğu bilinen R.T.Erdoğan’ın bu adımı atması elbette kendi ideolojik formasyonunda “İstanbul’u yeniden fetheden lider” olma hayalinin gerçekleştirilmesine de karşılık gelmektedir. İktidarın denetimindeki medya araçlarıyla gerçekleştirilen faşist propaganda ve sokaklara dökülen kalabalığın attığı sloganlarda da bu durum net olarak anlaşılmaktadır.

İktidarın DAİŞ’le aynı ideolojik formasyonda olduğu akıldan çıkarılmadan yapılacak bir değerlendirme, bize atılan bu adımların hedefi hakkında net bir fikir verir. Hatırlanırsa TC, Suriye’de ilk önce paravan cihatçı örgütleri kullanmış, DAİŞ’i Kürt halkının üzerine salmış; ne var ki DAİŞ yenilgiye uğratılınca bu kez kendi askeri gücünü devreye sokmuştu.

Benzer bir durum Libya için de geçerlidir. İktidar, içerde halk hareketine yönelik kendi denetiminde paramiliter faşist çeteler örgütlerken, dışarıda da DAİŞ’ten boşalan yeri doğrudan kendi askeri gücünü devreye sokarak ve elbette çeşitli cihatçı çeteleri yeniden örgütleyerek doldurma adımları atmaktadır.

Faşizm bu adımlarını atarken içerde ve dışarda son derece yoğun bir psikolojik propagandayı devreye sokmaktadır. Bunun bir yanında “İstanbul’un yeniden fethi” varken, diğer yanında “tarihsel düşman”ların tekrar devreye sokulması vardır. Türk hakim sınıflarının Suriye’yle başlayan, Libya ile devam eden işgalci ve yayılmacı politikası, “tarihsel düşman”lar; Ermenistan ve Yunanistan’la devam ettirilmektedir. Azerbaycan-Ermenistan arasında yaşanan sınır çatışmasına müdahil olan faşizm, Azerbaycan’a açık destek sunarak, Ermenistan’ı tehdit etmektedir. Ermeni Soykırımı tehditleri havada uçuşmakta, toplumda Ermeni düşmanlığı bilinçli olarak körüklenmektedir.

Faşizm hemen ardından da Ege’de Yunanistan’la kriz yaratacak adımlar atmaktadır. Meis Adası yakınlarında sondaj yapma gerekçesiyle NAVTEX ilan ederek yeni gerilimlerin ortaya çıkmasına zemin sunuyor.

İki ülkenin hakim sınıfları kendi çıkarları için Ege’de donanmalarını karşılıklı konumlandırıyor ve basına sızdırılan haberlerde Alman emperyalizmin devreye girerek askeri bir çatışmayı önlediği açıklanıyor.

DAİŞ’leşen Türkiye Cumhuriyeti

Beslediği cihadçı çeteler aracılığıyla 2012 yılında “inşallah biz en kısa zamanda Şam’a gidecek, Selahaddin-i Eyyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camii’nde namazımızı da kılacağız” diyen R.T.Erdoğan’ın hayalleri bölge halklarının direnişine çarpıp tuzla buz olunca makası değiştirme ihtiyacı duyuyor. R.T.Erdoğan, Şam’da kılamadığı Cuma namazını Ayasofya’da kılıyor, Mehmet’in kabrini ziyaret ediyor.

İçerde son derece kesif bir ırkçı, şoven ve dinsel gericilik dalgası yaratılması, kılıçla, sancakla okunan hutbeyle adeta İstanbul’un yeniden fethedilmesi ve bunun bir şova dönüştürülmesi, elbette yeni Osmanlıcı hayallerin diri tutulmasına hizmet ediyor. Bunun yanında “komşularıyla sıfır sorun” söyleminden “sıfır komşu” durumuna gelinmesi, İslamcı faşist iktidarın sıkışmışlığının da politik bir ifadesi olarak somut bir duruma karşılık geliyor.

Diğer bir ifadeyle faşizme artık “terörle mücadele” propagandası yetmemektedir. Faşizm, içerde ve dışarda DAİŞ başta olmak üzere türevi çetelerle gerçekleştiremediği hayallerini artık bizzat kendisi gerçekleştirme adımları atmaktadır. Ya da diğer bir ifadeyle faşizm, içerde ve dışarda yüzüne taktığı maskeyi çıkarıyor, kullanışlı araç olarak kullandığı İslamcı faşist çetelerin yenilgisi ve teşhir olmuşluğu nedeniyle kendi resmi güçlerini devreye sokuyor; halk düşmanı, katliamcı, tecavüzcü, baskıcı ve yasaklayıcı karakterini net olarak ortaya koyuyor.

Karl Marks’ın 18. Brumaire’deki ifadeleriyle; “devlet, kendi eski ilkel biçimine, şövalye kılıcının ve papaz kukuletasının düpedüz küstah egemenliğine dönmüş görünüyor.”

Dolayısıyla meselenin sadece İslamcı faşist bir liderin hayallerinin gerçekleştirilmesi olmadığı açıktır. Bu durum iktidarın attığı diğer adımlarda, uygulamaya koyduğu politikalarda belirginleşmektedir. Rejimin içinde bulunduğu kriz hali, işçi sınıfına ve halka karşı yürüttüğü savaş beraberinde kitlelerin geri duygularına hitap edecek kozların teker teker sahaya sürülmesini getirmektedir.

Bu adımlarla birlikte, her türlü aykırı sesin bastırılması ve özellikle sosyal medyanın denetim altına alınması devreye sokulmaktadır.

Netflix’in sansürlenmesiyle başlayan ve gelinen aşamada faşizmin gerçek yüzünün teşhir edilmesinin en önemli araçlarından biri olan sosyal medya platformlarının düzenlenmesi adı altında sansüre maruz bırakılması adımıyla süren saldırı, AKP’nin patronlara son kıyağıyla devam ediyor.

İşsizlik Fonu’ndan patronlara sermaye aktarımı yapacak ve ücretsiz izne çıkarmayı meşrulaştıracak yasanın kabul edilmesiyle sürdürülüyor. Bu adımı kıdem tazminatına, yoksulluk sınırında tutunmaya bile yetmeyen ücretlere göz dikilmesinin izleyeceği ihtimali güçlüdür.

İslamcı faşizmin DAİŞ karakterini en somut gösteren gelişmelerden birini iktidarın “İstanbul Sözleşmesi” karşısındaki tavrı oluşturmaktadır. İstanbul Sözleşmesi, faşist iktidar tarafından iptal edilmek istenmektedir.

Kadınlara yönelik saldırıların hız kaybetmeden devam etmesi, taciz ve tecavüz vakalarının neredeyse süreklileşmesi, bunun yanında hayvanlara yönelik şiddet vakaları ve devlet aygıtının bunlar karşısındaki tavrı bize faşizmin topluma dayattığı ahlaki çürümenin boyutunu da göstermektedir. Türkiye Kürdistanı’nda yaşanan taciz ve tecavüz ve de devamındaki cezasızlık ise özel bir devlet politikasıdır.

İslamcı faşizmin attığı bu adımlar beraberinde hakim sınıf klikleri arasında da tartışmanın içeriğine yansımış görünüyor. Özellikle Ayasofya’nın camiye çevrilmesi ile faşizmin Kemalist Cumhuriyet’ten İslami bir cumhuriyete, halifeliğe doğru bir değişim yaşandığı propaganda ediliyor. İşçi sınıfı ve halk açısından her ikisinin de aynı olduğu açıktır.

Bu noktada sınıf bilinçli proletaryanın iki klik arasında bir tercihte bulunması söz konusu değildir. Hakim sınıf klikleri, bu tür meselelerde karşı karşıya gelirler ama söz konusu işçi sınıfı ve halkın çıkarları olduğunda kendi sınıf çıkarları gereği anlaşmakta bir an bile tereddüt etmezler.

Faşizm Başaramayacak!

DAİŞ’leşen yüzüyle faşizm, işçi sınıfına, kadınlara, gençlere, Kürt ulusuna, azınlık milliyet ve inançlara, LGBTİ+’lara, kısacası halkımıza yönelik saldırılarında başarılı olamayacaktır. Aslında faşist diktatörlüğün bu kadar saldırganlaşmasında esas olarak kaybetme korkusu belirleyicidir. Faşizm korktuğu oranında saldırganlaşmakta, daha fazla ırkçılık, şovenizm, dinsel gericilik ve ataerkillik devreye sokulmaktadır.

Örneğin Ayasofya’da kılınan Cuma namazının şova dönüştürülmesi, dinin bu derece bir araç olarak kullanılmaya çalışılması nedensiz değildir.

Örneğin kadın mücadelesinin bütün baskı ve saldırılara rağmen mücadeleyi büyütmesi, İstanbul Sözleşmesi ile ilgili net bir tavır sergilemesi, faşizmin korkusunun nedenlerinden biridir. Bu nedenle bir kadının katledilmesini protesto içerikli eyleme dahi saldırılmakta ve kadınlar işkenceyle gözaltına alınmaktadırlar. Ancak dipte büyük bir öfke mayalanmaktadır.

Gençlik örgütlerinin Suruç Katliamı’nın 5. yıldönümü vesilesiyle gerçekleştirdikleri yaygın ve kitlesel anma etkinlikleri de faşizmin bütün baskı ve saldırılarına karşı başaramayacağının bir göstergesidir. 20 Temmuz’da ortaya konulan direniş, mücadele ruhu, savunmada değil saldırıda olma hali ve birleşik mücadelenin örgütlenmesi faşizmin gençliği teslim alamayacağının en iyi göstergesidir.

Devrimciler önünde önemli görevler olduğu açıktır. DAİŞ’leşen faşizme karşı mücadelenin özellikle işçi sınıfı içinde çalışmayla güçlendirilmesi gerektiği açıktır. Kadın ve gençlik hareketi bu çalışmanın nasıl olması gerektiğine dair önemli dersler vermektedir.

Görevimiz bu pratiklerden öğrenmek ve dipte mayalanan isyan dalgasıyla ilişkilenmeyi sürdürmek, kitle hareketinin içinde olmaya devam ederek daha üst boyutta örgütlenmektir. Kitlelerin mücadelesi olduğu müddetçe faşizm başaramayacaktır. Sorun öncünün kendini bu isyanın içinde örgütlemesidir. Bu görev güncelliğini korumaktadır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu