GüncelManşet

VE ŞİMDİ DİLLERDE SONSUZ BİR TÜRKÜ OLMAK

Üç türkü üç yürek… Durmadan kıyılara vuran, öfkesini taşırarak bendini aşan… Her seferinde daha büyük dalgalarla yönelen hedefine. Üç devrimci… Kavganın denizine tereddütsüz atılan üç agit! Karadeniz’in hırçın dalgasına sevdalanmış, Akdeniz’in kızıl güneşine umutlarını vermiş, Kürdistan’ın dağlarına kavgayı haykırmış üç yoldaş!

Seher yeli çık dağlara

Güneş topla benim için

Güneş toplamak dağlardan, zamanın zamansızlığına inat; güneş toplamak…

Dik yamaçlı dağlara bakan gözleri, 2013 yılında ayakları Dersim dağlarına getirdi. Bilinçte kavgaya adanmışlık, yürekte şehitlere verilen sözler, dilde İbrahimce antlarla yürünen çakıllı, taşlı, toprak patika. Yol uzun ve yürek hızlı ritimlerle atmakta. Dağ kokusunu, yoldaşlığı, silahı, halkı gerilla olarak karşılamak… Akdeniz güneşinden aldığı sıcaklıkla kavuşmak Dersim dağlarına. Kavuşmak aynı umutları yüreğinde taşıyan yoldaşlara, kavuşmak serin sulara, dağ keçilerine, dağ çiçeklerine; kavuşmak “Beş Kızıl Karanfil’e” …

Ünal Yoldaş ile aynı yılın katılımlarıydık. Her yeni katılan yoldaşın sesi dinlenir, iyi-kötü olmasının bir önemi yoktur. Söylemekten çekinen yoldaşlara cevap; “Gelenektir yoldaş, bozmak olmaz!” Sesi iyi olan için sorun yoktur. Sorun kötü sestedir. Ünal yoldaşın sesi, iyi ses kategorisine girmese de o söylemekten çekinmeyen yoldaşlardandı. Yukarda söylediği türkü gerillada söylediği ilk türküydü. Söylemekte iyi olmasa da ritim atmada yetenekli bir yoldaştı. TİKKO müzik gurubunun üyelerindendi aynı zamanda. 2013’ün sonbaharında müzik grubunun oluşturulmasına karar verildi. Ve gönüllü yoldaşlardan grup oluşturulmaya başlandı. Müzik aletlerimiz; saz, gitar, def, yan flüt, kavaldı. Ünal yoldaş def çalıyordu; lise yıllarında bir müzik grubu kurmuşlar, o zaman keşfetmiş ritim yeteneğini.

Yıllar sonra yeniden bir grubun içinde olmak güzel ve anlamlı bir yerde duruyordu Ünal yoldaş için. Halka bilinç taşımak aynı zamanda sistemin yozlaştırmaya çalıştığı kültürleri yaşatmak ve o anlamda halka her alanda olduğu gibi bu alanda da bir şeyler taşımak anlamına geliyordu. Böyle bir çalışmanın içinde olmanın sevincini ve tatlı bir telaşını yaşıyorduk. 2013 sonbaharında ilk adımlarımızı atmaya başladık; hangi yoldaş hangi müzik aletini çalabiliyor, ses tonları vs. böyle başladık. Gezi İsyanı’nın yaşandığı süreçti aynı zamanda. Bu yüzden bahara iyi bir besteyle çıkmak gerekiyordu. Ki öyle de oldu. Kış sürecinde Gezi şehitleri anısına bir beste yapılmıştı, geriye ekip olarak iyi bir sonuç almak kalıyordu. Gezi’ye layık bir besteyle çıkmamız gerektiğinin farkındalığıyla her yoldaş kamp sürecinde kısıtlı da olsa hazırlanmaya çalışıyordu. Ayrı kamplarda olmamızın eksikliği olsa da… Bahar sürecinde çalışmalara başlandı. Her gün belli saatlerde küçük stüdyomuzda (mağara) toplanıyorduk. Aynı zamanda yapılacak etkinliklere de hazırlanıyorduk. Heyecan dolu çalışmalarda her gün gülünecek şeyler bulunuyordu. Özellikle Ünal yoldaşın komik hareketleri başta geliyordu. Ritim atarken adeta kendinden geçiyordu, gözleri kapalı, başı durmadan dönüyor; komik bir görüntü oluşuyordu. Bizler de fark ettirmeden taklidini yapıyor, inceden inceye gülüyorduk. Farkına vardığında mimiklerimiz bir anda değişiyordu. Sonra hep bir ağızdan gülüyorduk halimize. Müzikle bütünleşmek, ruhunun derinlerinde hissetmek ve sonsuz düşlere dalmak, Ünal yoldaşta simgeleşiyordu.

“Devrimcilik, bir günde bir yılda öğrenilecek iş değildir. Yılların deneyimleriyle, çıkarılan derslerle, düş-kalk diyalektiğiyle gelişen bir süreçtir. Kendimizi ona göre eğitmek, yetiştirmek gerekir. Düştüğümüz, kırıldığımız, sarsıldığımız anlar olacaktır. Önemli olan o anlarda örgütün elini tutmak, yola devam etmektir” diyordu Ünal yoldaş yoldaşlarla bir sohbetinde. Gerilla yaşamı zor süreçlerle doludur. Emek süreci, halk, düşman, günlük yaşam vs. Hem renkli hem de karmaşıktır. Hem renklerini görmek hem de karmaşıklığını çözmek gerillacılığın püf noktalarından biridir. Zordur ama mesele de zor olanı başarmak değil midir? Bu zorluklarla başa çıkmanın yollarını arayan, pratiğine giren, aynı zamanda yaşamın diğer renklerini yaşamayı ihmal etmeyen bir gerillaydı Ünal yoldaş. Gerillaya katıldığı ilk süreçlerde aksilikler peşini hiç bırakmamıştı. Yürüyüşte ayağını burkmuştu ve bir süre hareketini kısıtlaması gerekiyordu. Sonbahar süreciydi ve artık kitlelerden ayrılacağımız kış süreci geliyordu. Kitlelerle buluşamamanın eksikliğini hissediyordu ve kamp sürecine böyle girmek üzüyordu elbette. Ama kitleleri görmese bile yoldaşları her faaliyet dönüşü soru yağmuruna tutmayı ihmal etmiyordu. Halkla tanışma zamanı biraz uzasa da, onlar hakkında bilgi edinmeyi, neler yaşadıklarını, yaşamlarını nasıl sürdürdüklerini vs. öğrenmeye çalışıyordu yoldaşlardan. O kış kitlelerle tanışmanın heyecanıyla ve gerilla olarak mücadeleyi kırda devam ettirmenin yoğunlaşmasıyla geçti Ünal yoldaş açısından. Gerilla olmak yarına-geleceğe umutla bakmaktır. Güzel günlerin, ayağına kendiliğinden gelmesini beklemeden, geleceğe umutla köprü kurmaktır. Ünal yoldaş devrimcilik yıllarıyla köprü kurmuştu yarınlara ve o köprülerden bir tanesi de gerillaydı. Yoldaşlarla o köprüden geçmenin adımlarını atmıştı. Gerilla yaşamına devrimci duruşuyla, esprisiyle, ritmiyle yeni bir renk katmıştı Ünal yoldaş. Son görüşmemizde gözleri umut doluydu. Pratiğe daha güçlü çıkmanın heyecanı gözlerinden okunuyordu. Ve son vedalaşmamızda yoldaş sıcaklığıyla umudu serpiyordu her yoldaşın yüreğine.

Karadeniz’ in hırçın dalgasına…

Evun alti arpaluk oyy

E bu ne kalabaluk  oy oy

Yarim sende var midur oy

Benim gibi sevdaluk oy oyy

 

***

 

Bir davulun sesinde el verip halaylara,

Kemençeyle horona duracaktık.

Ha uşak ha

Olmadı baştan

Tek bas tek, kimin için? Bizim için.

Ses verecekti sesimize Anadolu

Şimdi biz böyle eksik böyle yarım…”

33Şair ceketli çocuğa yazılan bu satırlar şimdi sana dair yoldaş. Hemşerinle aynı dizelerde yaşayacaksın. Kazım “beni kanser öldürmedi; beni bu sistem öldürdü” demişti. Doğruydu. Biliyoruz ki sana/size sıkılan mermi de sistemin ta kendisiydi. Ve merminin halkı susturamayacağını, mücadele eden devrimci-komünistlerin inançlarını söndürmek bir yana daha gür yanmasına neden olduğunu. Öldürmekle, işkenceyle asla kazanamayacaklarını biliyoruz. Çünkü 73’te İbrahim yoldaşın tohumlarını attığı “ser verip sır vermeme” geleneğinin senin sesindeki direngen sloganların geleneğimizin devam ettiğini gösterdi düşmana. Ve ne kadar çırpınırsa çırpınsınlar başaramayacaklar. Birileri olmaya devam edecek. Umuda gebe çünkü analar. Daha nice evlatlar büyüyecek, direnecek ve dövüşecek. Yıkılmaz dedikleri kaleleri bir bir yıkacak yerine halkın kalelerini dikecek. Kendi efendilerinin büstlerini diktikleri o şaşalı meydanlara proletarya bayrağını ve bu uğurda canını veren halkın yiğit evlatlarının büstlerini dikecekler. Şimdi haykır Karadeniz bir bir evlatlarının adını, coş Ander Yaylası, coş Gela Vera Deresi…

Gerillaya katıldığım zaman, yoldaşlar “Hemşin” bir yoldaşın olduğunu söylediklerinde çok sevinmiştim. Karadenizli bir yoldaşla tanışmanın heyecanı içerisine girmiştim. Her yörenin, bölgenin insanı, kültürü, yaşayış biçimi farklıdır ve bu farklılıkların bir arada olması bizim ideolojimizin bir yansımasıydı. Karadeniz de içinde çeşitli kimlikleri barındırıyordu. Bu yüzden merak ve tanıma fırsatı tanıyordu bizlere. Hemşin, Rum, Laz vs. tamamen farklı dileri, kültürleri olsa da aynı katliamdan, aynı zulümden geçmiştik. Onların yaşadıklarını dillendiren, mücadeleye çağıran isimlerden biriydi “Kazım Koyuncu”. Düşüncesiyle, şarkılarıyla yaratılan sisteme isyan ediyordu. Çoğumuz onunla tanıdık Karadeniz’i; Lazları, Rumları, Hemşinleri ve yaşadıkları insanlık dışı muameleleri, kendi dilerinden,  kültürlerinden, yaşayış biçimlerinden koparılışlarını. Zorla başka dilin, dinin, kültürün, milletin hâkimiyeti altına girişlerini… Bunları öğrendikçe öldürülenlerin sadece Kürtler, Aleviler olmadığını; TC sınırları içerisinde yaşayan tüm etnik kimliklerin aynı ateşte yandığını, mücadele ettiklerini gördük. Her kimliğin acısı-öfkesi tek bir yöneydi; yani düşmanımız aynıydı. Öğretti yaşam. Farklı bölgelerde, farklı dilleri, kültürleri vs. yaşasak da; ezilen bir halktık. Ortak yanlarımız vardı. Aynı yoksulluğu, sömürüyü, zulmü, ölümü yaşıyorduk. Ve cellâdımız aynıydı. Yani geriye “BİRLEŞMEK” kalıyordu, ortak mücadele etmek kalıyordu. Böyle başladı Karadeniz’i ve orada yaşayan insanları tanıma fırsatımız. Tabi bir de türkülerini, horonunu, doğasını… Şimdi doğası da elinden alınmaya çalışılıyor ama direniyor Karadeniz halkı aynı cellâda karşı.

Hemşin yoldaşla tanışma zamanı gelmişti artık. Videolarda horon oynayan, Hemşince konuşan, Hemşin halkını mücadeleye çağıran yoldaş yanımızdaydı. Sefkan yoldaşta ilk göze çarpan; sessiz, güler yüzlü, Karadeniz-Ankara karışımı hareketleriydi. Ankara’da yaşamış olmasına rağmen, Karadeniz özeliklerini hiç kaybetmemişti. En çok sesini merak ediyordum. Yoldaşlar; bilmediği türkü, şarkı yok, “müzik kutusu gibi yoldaş” diyorlardı. Tanıdıktan sonra haklı olduklarını gördüm. Sonbahar süreciyle gerilla birliğimiz toplanmıştı. Ve her toplandığımızda yaptığımız gibi; türkü faslı! Her yoldaş sırayla söylüyordu ya da birlikte söyleniyordu. Yeni yoldaşlar olarak tüm yoldaşların seslerini dikkatle dinlemeye başladık, en çok da Sefkan yoldaşın söylemesini bekliyorduk. Sesini tanıdığımız ilk parça; “Evun alti arpaluk oy/e bu ne kalabaluk oy” olmuştu. Söylerken kendi şivesiyle söylüyordu. Her türkünün özgünlüğü vardır. İşte Sefkan yoldaş da öyle söylüyordu. Sonra kendi dilinden türküleri söylerken sesinde, gözlerinde kendi diliyle söylemenin mutluluğunu hem görüyor hem de duyuyorduk. Dillerin özgürlüğünü hissediyorduk.

Sefkan yoldaşı tanımam Karadeniz ve farklı kimliklerimizin ortak kavgasıyla başladı. Ve bununla sınırlı kaldı. Aynı alanlarda, aynı kamplarda kalan yoldaşların birbirlerini tanıma vs. durumu daha fazla olur. Bu durum şartlardan kaynaklı her yoldaşa nasip olmuyor. Bu yüzden aynı yerlerde olunan zamanlarda bu boşluk ya sabahın soğuğunda rojbaşla başlayan, yanan ateşin başındaki sohbetlerle ya da yapılan ortak işlerde doldurulmaya çalışılır. Sefkan yoldaşı tanımam da böyle zamanlarda oldu. Ateş başında, ortak işlerde… O kısıtlı zamanlarda yoldaşlığın, paylaşımın, sohbetlerin verdiği duygu belki bol zamanlarda yaşayabileceğimiz duygulardan daha farklı ve daha değerliydi. Gerillada yoldaşlık ilişkileri daha yoğun yaşanır. Yapılan işin anlamı daha yoğundur. Halkla, doğayla iç içe olmanın getirdiği şeylerdir bunlar. Sefkan yoldaşla sohbet ederken gözlemlediğim şeylerden bir tanesiydi. Gerilla yaşamını, yoldaşlığı, halkı kendi bilincinde canlı tutan ve yoldaşlarıyla paylaşan bir yoldaştı. Karadeniz’i, oradaki halkın yaşamı her sorulduğunda; gözlerinin içi parlar, büyük bir sevinçle anlatırdı. Oradaki yaşamı anlatırken kendinden bağımsız bir şekilde anlatmaz acılarının, sevinçlerinin birer parçası gibi anlatırdı.

Hayaller kurulur geleceğe dair. Her hayal içinde binlerce kıvılcım taşır tutuşmak için. Halk ile horona durmak Karadeniz’in yaylalarında. Zaferi kutlamak kendi dilinde. Diğer dillerle yankılanmak dağların eteklerinde. Belki sensiz durulacak horona ama sensiz olmayacak yürekler. Bilinçte, yürekte yaşatacağız seni Karadeniz uşaği. Senin İbrahim’ce haykıran sesinle yürüyeceğiz dik yamaçlı yolları.

 

“Süphan dağının eteği

Eteği güller biteği”

26Ağustos ayının ortaları, birkaçımız için gerilla yaşamının ilk günleri. İlk günlerin heyecanıyla bulunduğumuz alana gelecek yoldaşları bekliyoruz. Ve her bir yoldaş hakkında sorular soruyoruz yanımızda bulunan yoldaşlara. Alana ilk gelenlerden biri de Yurdal yoldaş oluyor. “Şehit Muharrem yoldaş“ gibi kalıplı uzun boylu biri canlanıyor belki akıllarda ama öyle olmuyor. Yurdal yoldaş orta boylu–zayıf bir yoldaş. Gözleri yoldaş sıcaklığıyla bakıyor ve sohbetini ise onun üzerine inşa ediyor. Bir yoldaş “Her yoldaş bir renktir” diyordu. Her insanın farklı özellikleri, olumlu-olumsuz yanları vs. vardır.  Gerilla yaşamı da farklı renklerin bir arada durduğu yerdir. Bizim için önemli olan da ortak yanımızdır. “Her insan ayrı bir dünya”. Her insandan öğreneceğimiz şeyler vardır en basit olandan, en karmaşık olana kadar.

Önemli olan bilginin büyüklüğü–küçüklüğü değildir. Yaşanılan pratikten çıkmış olması, yaşama kattıkları veya kaybettirdikleridir önemli olan. Ve gerillada günlük yaşamda herhangi bir pratikten tutalım, askeri, örgütsel bilgiye kadar her bilgi önem taşır. Yaşamın vazgeçilmez bir parçasıdır. Ve bilgilere ulaşmak zor değildir; her yoldaşın geçirmiş olduğu deneyim birikimi söz konusudur. Her yoldaştan öğreneceğimiz şey mutlaka vardır. Ve en çok da şehit yoldaşların yaşamları-pratikleri öğretici olur. Gerilla birliğinin parolası haline gelen “seri–atik-pratik Yurdal yoldaş”  söylemi boş bir söylem değildi. Yurdal yoldaş gerillacılığın ilkelerini kendi pratiğinde yaşatıyordu ve kavrıyordu. Gerillanın normal bir insan gibi hareket etmesi beklenemez, gerilla demek asker demektir ve onun yasalarına göre yaşamak demektir. Yurdal yoldaş bu yasalara göre kendini şekillendiren bir yoldaştı. Herhangi bir işin yapılması gerekiyorsa zamanında, yavaş-ağır ya da yüzeysel değil en hızlı biçimde olması gerektiği gibi işin pratiğine giren bir yoldaştı. Bireysel bir şekilde değil kolektifin gücüyle yapmaya çalışandı. Gerillaya katıldığım o ilk süreçlerde gerilla yaşamına dair birçok şey öğretmişti Yurdal yoldaş. Gerilla yaşamına ve insan ilişkilerine dair. Bir sohbetimizde Yurdal yoldaşa kaygı duymadan, çekinmeden düşüncelerimi ifade ettiğimi fark ettim. Toplumun şekillendirdiği düşünce ve davranış biçiminin güçlü bir kopuş sağlanmadan atılmadığı bir gerçektir. Ve bu gerçeği başarmanın yolu da örgüt ve iradeden geçer.

Mutfakçı olduğum bir gün, Yurdal yoldaş yardım etmeye gelmişti. Bir süre konuşmadan yemek ve ateşle ilgilendik. Sonra konu konuyu açtı. Devrimcilikten, gerilla yaşamına kadar uzayan hoş bir sohbet. Yurdal yoldaş hem öğretmen hem öğrenci edasıyla dinliyor, konuşuyordu. Yeni bir gerilla olmanın heyecanı ve çekingenliğiyle o kadar rahat ve uzun konuşmama şaşırmıştım. Yemek saatine kadar sohbetimiz sürdü. Ve ben bu sohbetin bana öğrettiklerini Yurdal yoldaşa borçluydum. İnsan her sohbetten sonra kendine dair ders çıkartır ya da önemli bir şeyler bulur. Sohbetimizden sonra fark ettiğim şey, Yurdal yoldaşın insanlarla sınır koymadan, doğal bir şekilde tartışıp, konuşmasıydı. Bu, konuştuğu kişide de sınırsız, doğal bir ortam yaratıyordu.

Her yoldaşın hatırlandığı bir türkü vardır. Yurdal yoldaşın türküsü “Süphan Dağı” ydı. Ayrı alanlarda olunan dönemlerde uzak olunan yoldaşların sevdiği türküler söylenir. Bir nebze de olsa özlem türkülerle giderilir. 2014-15 kamp sürecinde ilk akla gelen türkülerden bir tanesiydi “Süphan Dağı.”  Her söylendiğinde Yurdal yoldaşın heyecan dolu yüz ifadesi ve yanık sesi gelir akla. Bu yüzdendir ki anılar bağ kurar geçmişten geleceğe. Gerillada her an gelecek ve umut yüklüdür o yüzden. Türkü yüklüdür. Ve gidenlerin idealleri, umutları, anıları kalanlara mirastır artık geleceğe taşınmak üzere…     

Yalın ayak yaylalarda, sokaklarda oyunlara dalmış minik yüreklerde tohum olmak, barikatlarda direnen genç yüreklerin dillerinde slogan olmak, Çukurova’da, Karadeniz’de umutlarını, emeğiyle birleştirip kızgın güneşe inat, bir türkü mırıldanan mevsimlik işçilerin dillerinde türküleşmek. Fabrikalarda, nasırlı ellerle durmadan atan yüreklerde proletaryanın bağrında filizlenip kök salan öfke olmak. Cumartesi günleri Galatasaray meydanında ellerinde evlatlarının resimleriyle haykıran Cumartesi annelerinin ağıtları arasında zılgıt olmak… Amed’de, Dersimde, Botan’da serhıldan olmak, yükselen mücadelede atılan her adımın, sıkılan her merminin adı olmak şimdi Ünal, Yurdal, Sefkan yoldaşlar olmak demektir.

Ve and olsun ki güneşi süreceğiz namlularımıza!

Ey şehid xwin é we erdé nahélan!

(Ey şehit kanınızı yerde bırakmayacağız!)

(Dersim’den bir Partizan)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu