Makaleler

Yaranın merhemenini cellattan mı soracağız?

Yaranın merhemenini cellattan mı soracağız?

(Yeğişe Çarents)

15 Mart 1921

Yer Berlin’in Charlottenburg semti. İttihat ve Terakki Cemiyeti Başkanı, İçişleri Bakanı,1915 Ermeni Soykırımı’ndan birinci derece sorumlu, 1.5 milyon Ermeni’nin ölümüne sebep olan Tehcir Kararnamesi’nde imzası bulunan Talat Paşa; Erzincanlı Soğomon Tehleryan tarafından öldürüldü. Ermeni Soykırımı’nda ölenlerin intikamını almak için Talat Paşa Berlin’in en işlek caddesinde gündüz vakti ensesinden vurularak Ermeni halkı adına cezalandırıldı. Tehleryan kaçarken polisler tarafından yakalandı. Direniş göstermedi.

Bu İntikam katillerin her nerede olursa olsun Ermeni halkının elinden kurtulamayacağı ve devamının geleceği işaretinin bir işaretiydi. Nitekim ellerinde Ermenilerin kanı bulunan Enver Paşa, Cemal Paşa veTeşkilat-ı Mahsusa kurucusu Bahattin Şakir Ermeni fedaileri tarafından cezalandırıldılar. 1915 Tehcir yıllarında bütün yakınlarını kaybeden Erzincanlı Soğomon Tehleryan 2-3 Haziran 1921 yıllarında yapılan ve iki gün süren duruşmada Talat Paşa’yı öldürdüğünü kabul etti. Tehleryan mahkemenin ve jüri üyelerinin de katılımıyla beraat etti. Ailesinin bütün fertlerini kaybettiği, kendisinin ise tesadüfen hayatta kaldığı olayı anlatan Tehleryan aynı zamanda tehcirin tüm gerçeklerini gözler önün serdi.

Tehcir, Erzincanlı Soğomon Tehleryan ve ailesini 1915 yılının Haziran ayında yakaladı. Çok yürümek zorunda kaldılar. Erzincan’dan çıkmışlardı ki, önce yağma sonra kıyım başladı. 2-3 Haziran 1921’de görülen mahkemede verdiği ifadeye göre başına bir darbe yiyen Tehleryan kendisine geldiğinde ağabeyinin ölüsünün üstünde buldu kendini. Başı baltayla parçalanmış ağabeyinin bütün kanı üzerine akmıştı. Yol cesetlerle doluydu. Cesetler arasında tüfekle mi, sopayla mı, yoksa birkaç kılıç darbesiyle mi öldürüldüğünü bilmediği annesi de vardı. 15-16 yaşlarındaki iki kız kardeşi kıyım başlamadan önce jandarmalar tarafından çalılıklara götürülmüş, annesi “gözlerim kör olsaydı da bugünleri görmeseydim” diye haykırmıştı. Tecavüz edilen kız kardeşleri muhtemelen öldürülmüştü. Kafilenin ön tarafında yürüyen babasının ve diğer ağabeyinin ve kucağında bebeği ile yürüyen ablasının akıbetini bilmiyordu.

Sonrası uzun bir hikaye idi.

Soghomon Tehlirian 1921Dersimli, yaşlı bir Kürt kadını onu iki ay sakladı. Yaraları iyileştikten sonra Kürt giysilerine büründü ve Harput’ta katliamdan kurtulmuş iki genç ile birlikte gündüzleri saklanıp geceleri yürüyerek, ot ve bitki kökleri ile beslenerek yollarına devam ettiler. Batı’ya ilerleyen Rus ordusuyla karşılaşınca önce İran’a, sonra Tiflis’e geçtiler. Tehleryan Talat Paşa öldürme olayını mahkemede şöyle anlatıyordu;

“Olaydan iki hafta önce katliam görüntülerinin hatıraları yüzünden kendimi çok kötü hissediyordum. Annemin cesedini gördüm, sonra ceset ayağa kalkıp bana doğru yürümeye başladı. Annem dedi ki: ‘Talat’ın burada olduğu seni hiç ırgalamıyor mu? sen oğlum filan değilsin.’ Böyle olunca öldürmeye karar verdim.”

Cinayetle yargılanan Tehleryan’ı üç avukat savundu. Psikolojik rahatsızlık geçirdiğini, cinayeti işlediğini kabul etti. Ermeni soykırımında ölenlerin intikamını almak için Talat Paşa’yı öldürdüğünü söyledi ve bunun üzerine savunma yaptı. Bir anda Türkiye’nin yargılandığı mahkemeye dönüşen duruşmalarda, mahkeme ve jüri üyeleri iki gün sonra S. Tehleryan’a beraat kararı verdi. Mahkemeyi izleyenler arasında tanıklıklarına başvurulan önemli şahsiyetler olmuştur. Pek çok tanığın dinlendiği duruşmada mahkemeyi yakından izleyen sıhhıye subayı olarak Türkiye’de bulunmuş olan ve Tehcir sırasında katliamları fotoğraflarla belgeleyen yazar Armin T. Weger ile 62 yaşındaki Protestan papaz Profosör Dr.Lepsius de vardı. Bu iki kişi mahkemede tarihe not düşülecek önemli açıklamalarda bulundular.

***

 

 

19 Ocak 2007

Yer, Halaskar Gazi Caddesi, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink öldürüldü. 1915 Ermeni soykırımından sonra artık bir avuç kalmış Ermeni halkının son zamanlarda yetiştirdiği önemli kişilerden biri olarak tanınan Dink günlük olarak çıkan Ermenice gazetelerden Jamanak ve Marmara’dan tamamen değişik haftalık politik gazete çıkarmaya başlamıştı. Dink bir ilki gerçekleştirdi. Siyasi düşüncelerinin şekillenmesinde İbrahim Kaypakkaya geleneğinden gelen can dostu, yoldaşı Armenak Bakır’ın (Orhan Bakır) önemli yeri olmuştur. Yeni bir anlayış ve yönelim ile Agos Gazetesini çıkarıp Ermeni halkının sorunları ile tarihe ışık tutacak 1915 Ermeni Soykırımı hakkında geleneksel tezlerin eleştirisini yaptı. Gazete ve TV kanallarında açık oturum ve tartışmalarda korkmadan inandığı düşüncüleri her türlü provakasyon, ölüm tehdidine rağmen savundu. Bugün bile halen tartışılamayan dönme Ermeniler ile ermeni mallarının yeni sahiplerini açıklayınca yer yerinden oynadı.

En son 1938 Dersim’in bombalanmasında ilk kadın pilot olarak tarihe geçen Mustafa Kemal’in manevi kızı Sabiha Gökçen’in ailesini soykırımda kaybetmiş Ermeni bir yetim kızı, esas isminin Hatun Sebilciyan olduğunu fotoğraf ve akrabalarının anlatımıyla belgelerle açıklayınca devleti, dolayısıyla TSK’yi çileden çıkardı. Artık karar verilmişti Hrant Dink öldürülecekti. Valiliğe çağrılarak dönemin valisi olan Muammer Güler ve beraberindeki MİT mensupları ile tehdit edildi. Ayağını denk al dediler. Hrant Dink’in öldürülmesi üç yıl önceden karar altına alındı. Trabzon Emniyeti katili de azmettiriciyi de nasıl öldürüleceğini bir yıl önceden biliyordu. Trabzon jandarması altı ay önceden haber almıştı. Silah markasını dahi biliyorlardı.

Yazdığı yazılar ile panellerdeki konuşmalarından dolayı TCK’nın 301. maddesinden, yani Türklüğe hakaret etmekten hakkında üç kez dava açıldı. 2005 yılında Şişli Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Türklüğü tahkir ve tezyif etmek suçundan aldığı 6 ay hapis cezası Yargıtayca onaylanınca, son yazısında AİHM’e başvuracağını anlatmıştı. Çevresinde Ermeni’lerden çok Türk dostları, arkadaşları olan Hrant Dink için bu davayı kabul edilebilir cinsten görmüyorlardı. Her gün yüz yüze geldiği dostları için “ben onları nasıl aşağılarım, onlara nasıl hakaret ederim” diyerek içine sindiremiyordu.

Görülen duruşmalar linç provasına dönüşmüştü. Avukat Kerinçsiz’in başını çekiği ülkücü çetelerin linç girişimi yetmiyormuş gibi Veli Küçük, Muzaffer Tekin duruşmaları ellerini kollarını sallayarak takip ediyor, davayı etkiliyordu. Bir keresinde avukatına telefon açarak “Veli Küçük duruşmaya geldi mi?” diye sormuştu. “Evet” cevabını alınca “işin rengi değişti, bu iş artık farklı” dedi.

Hrant DinkAilesi, dostları, yurtdışında yaşayan akrabaları yaklaşan tehlikeyi gördükleri için belli bir dönem de olsa güvenlik için yurtdışında kalma tavsiyesinde bulundular. Kabul etmeyerek Türkiye’de kalmayı tercih etti. Tehditlere rağmen hayatta kalma umudu ile yaşıyordu. Profesyonelce bir saldırı yapılacağını biliyordu. Koruma talebinde hiç bulunmadı. Bir röportajında şöyle diyordu; “Başıma ne gelirse katlanacağım, sonucunda ne gelirse ona da katlanacağım, ben TC vatandaşıyım, Türkiyeliyim ve çok yerel bir insanım. Anadoluluk benim iliklerime işlemiş vaziyette. Burası benim atalarımın yaşadığı topraklar. Ben burada yaşamak istiyorum. Dilim giderim dese de adımlarım gitmek istemiyor. Kalmak istiyorum. Burada yaşamak istiyorum. İnşallah bunu başarırım.”

Çok sevdiği bu toraklardan ölüm pahasına olsa da kaçıp gitmedi. Yaşamasına müsaade etmediler. Öldürdüler. Başına bir iş geleceğini bu saldırının da profesyonelce olacağını çok iyi biliyordu. Sonradan ortaya çıkan konuşmalar, belgeler ifade tanıkları Hrant Dink’in öldürülmesini Talat Paşa’nın infaz edilmesi olan intikam eylemi ile benzer şekilde olmasını planladılar. 2007 yılında ortaya çıkan ses kayıtlarında Trabzon İstihbarat Dairesi görevini yürüten Engin Dinç’in yanında aynı şubede polis memuru olarak görev yapan Muhittin Zenit’in dinlenen telefonları ortaya çıktı. Erhan Tuncel ile arasında geçen çarpıcı konuşmalar bu düşünceyi doğrulamıştır.

“- Erhan Tuncel: …benim bildiğim şöyle yani paylaşmak istediğim şey şöyle olur.Yani vurulma şekli belliydi, vurulacak şekil belliydi. Eğer öyleyse bunlarla alakalıdır da zannetmiyorum…

– M. Zenit: … ne oğlum direkt kafaya sıkmışlar…

– Erhan Tuncel: …öldü mü?

– M. Zenit:…Tabii canım tek farklılık kaçmayacaktı ama kaçtı.

– Erhan Tuncel: Yakalandı mı peki?

– M. Zenit: Yok canım …” diye geçen telefon kayıtlarında bu kişilerin başından sonuna kadar her şeyden haberdar oldukları ortaya çıkıyordu. Yine Mc Donalds bombacısı Yasin Hayal’in hapisten çıktıktan sonra babasıyla aralarında geçen konuşmalar basına yansıdı.

“-Baba, Talat Paşa’nın nasıl öldürüldüğünü biliyor musun?

-T. Paşa’yı öldüren adamın ceza almadığını serbest bırakıldığını da biliyor muydun?” diye geçen anlatımlardan olaya karışan faillerin Talat Paşa’nın öldürülme olayından haberdar olduklarını, bunlara bilgi verildiğini, olay için yönlendirildikleri ortaya çıkıyor. Cinayeti bizzat örgütleyen ve yapan devlettir.

Cinayetten başından sonuna kadar her şeyden haberi olan devlet görevlileri, görevlerini “başarıyla” yerine getirdikleri için ödüllendirildi ve terfi ettiler. Muammer Güler İç İşleri Bakanlığı’na, Celalettin Cerrah Osmaniye Valiliğine, Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek ve Engin Dinç İstihbarat Daire Başkanlığına, Özel kalem müdürlüğüne ise Muhittin Zenit atandı. Ogün Samast ile fotoğraf çektiren polis memuru Malatya Emniyet müdür yardımcılığına atandı. Devlet, Hrant Dink’in vurulduğu andan itibaren, aradan geçen altı yıl boyunca olayı çözmek, katillerin arkasındaki güçlere ulaşmak, adalete teslim etmek bir yana bütün delilleri karattı. Davayı çıkılmaz hale soktu.

Olay yeri kamera kayıtları silindi, Ogün Samast’ın yanında beraber olduğu da tespit edilen kişilere halen ulaşılamadı. Telefon ve internet görüşmeleri açığa çıkarılmadı. MİT elindeki bilgileri mahkemeye vermekten kaçındı. Tüm bu bilgiler savcı nezaretinde toplanıp mahkemeye sunulması gerekirken, avukatların

Fethiye Çetin’in adeta iğneyle kuzu kazarcasına seneler sonra kendi gayretleri ile ortaya çıkardıkları gerçeklerdir. Başbakan R. Tayyip Erdoğa’’ın H. Dink’in ölümünden sonra “taziye ziyareti” için evine gittiğinde ailesi, kardeşleri ile arasında geçen konuşmalar seneler sonra kamuoyu ile paylaşıldı. Başbakan o görüşmede “faillerin yakalanıp adalete teslim etmekte elinden geleni yapacağı” sözünü vermişti. Konu dönüp dolaşıp Ermenistan-Türkiye ilişkilerinde Ermenistan’ın Türkiye’ye karşı takındığı tavırlardan hoşnutsuzluğunu dile getirmiş, öldürülen H. Dink’in TC vatandaşı değil, Ermenistan vatandaşı gibi despot, diktatörce davranışlarından dolayı aralarında soğuk bir görüşme gerçekleşmişti. Altı yıllık oyalama süreci Erdoğan’ın olayı çözmek niyetinde olmadığını ortaya çıkardı. Peki bugüne kadar devlet eliyle öldürülen hangi sanatçı, yazar, solcu, aydının, araştırmacı profesörün katiline ulaşıldı? Hiçbirine, hepsi de Ankara’nın dehlizlerinde zaman aşımından, soruşturmaları kapanan dosyalarla doludur. Her ne “tesadüf”ki, her öldürülen, katledilen muhalif kimliğiyle solcu, aydın, ilerici devrimci olmaktadır. Öldürüp, katilleri korumak, cinayetlerde delilleri karartmak, katilleri “kahraman” olarak, topluma tanıtmak alışık olduğumuz gerçeklerdir. Bunun için Tansu Çiller’in “ülke uğruna, millet uğruna, devlet uğruna kurşun atan da, kurşun yiyen de her zaman için saygıyla anılır” sözleri halen unutulmuş değildir.

Sizler cinayet işlemesini çok iyi bilirsiniz;

Cumhuriyet döneminde de devam eden İttihat Terakki gelenekleri adeta devletin genlerine işlemiş durumdadır. Değişmeden olduğu gibi devam etmektedir.

Topal Osman, İpsiz Recep, Veli Can Oduncu, Mehmet Ali Ağca, Oral Çelik, Haluk Kırcı, Ünal Osman Ağaoğlu, Kıvanç Ağaoğlu, Ogün Samast… Özel olarak yetiştirilmiş katillerdir.

Bir suikast sonucu öldürülen araştırmacı yazar Uğur Mumcu cinayetinden sonra, dönemin başbakan yardımcısı “bu hükümetin namus borcudur, bu cinayeti mutlaka aydınlatacağız” demişti. Ne oldu? CHP İzmir milletvekili Güldal Mumcu yaşadıklarıyla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulunduğu günleri hatırlayalım. Savcı’nın kendisine “üstüme gelmeyin, devlet yapmıştır. Siyasi iktidar isterse çözer, devlet sırrıdır” sözlerini unutmayalım.

1980 yılında kızının gözleri önünde öldürülen DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler davası bir hukuk cinayet olarak görülmüştür. Kızının katil Ünal Osman Ağaoğlu’nu teşhis etmesine rağmen hiçbir ceza verilmedi. Katil senelerce korundu. Dava zaman aşımı nedeniyle düştü. Katil serbest kaldı. Sonradan Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından Kemal Türkler’in katilinin Ünal Osman Ağaoğlu olduğuna karar verdi. Fakat çok geçti dava zaman aşımı nedeniyle kaldırılmasına karar verildi.

İnsanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı olmaması gerekirken 37 aydın ve sanatçının devlet gözetiminde Sivas Madımak otelinde diri diri yakılıp, sanıkların zaman aşımı nedeniyle davanın düşmesine karar verildi. Katillerin savunmasını AKP’nin içindeki avukatlar üstlendi. Erdoğan bu karar için “ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olsun” diyerek kutladı. Sevag Balıkçı Ermeni olduğu için yaslı bir günde, 24 Nisan’da askerlik görevini yaparken, ülkücü bir katil tarafından öldürüldü. Sevag Şahin Balıkçı’nın katili Kıvanç Ağaoğlu bugün serbest olarak elini kolunu sallayarak aramızda dolaşmaktadır. Verilen ceza ile adeta ödüllendirildi. 2000 yılında yapılan referandumda sözde toplumun en ileri kesimi olan bazı kesimler, topluma doğru ve yanlışı; ve ileriyi göstermekle görevli aydınlar, yazarlar politikalarını AKP üzerine

inşa edenler çok büyük yanılgı içine düştüler. AKP’nin sözde “ileri demokrasi” nutuklarına, kendini “mağdur” gösterme ve sahte “açılımlara” inanarak politikalarını “Yetmez Ama Evet” şeklinde belirlediler. Topluma da empoze etmeye çalıştılar.

Kitleler, mücadele içerisinde, kendi öz yaşantısından, İslamcı-faşist uygulamalardan çıkardığı sonuçlardan AKP’nin gerçek yüzünü tanıdılar. Kitleler “Yetmez ama Evet” çilerden daha ileri konumda yer aldılar. AKP’nin her sıkışma durumunda yeni bir paket, yeni bir açılım ile kitlelerin ve Kürt ulusal başkaldırısını etkisiz hale getirip ve kırma gayreti içerisinde olduğunu görüyoruz. Bölgelere göre oluşturulan “Akil” İnsanlar Heyeti’nin araştırma ve inceleme yaparak oluşturduğu; Başbakan’a sunulan istek ve öneriler hiç dikkate alınmadan raflara kaldırıldı. 34 yoksul Kürt köylüsünün hunharca öldürülmesi emrini veren Erdoğan, çok ağır suç işlemiştir. Roboski katliamı, aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen halen sorumlular açığa çıkarılmış değil. Oluşturulan komisyon raporlarından çıkan koskocaman bir hiçtir. Ermeni, Rum, Yahudi soykırımları ile yüzleşilemediği için katliamlar ve cinayetler bugün de olduğu gibi devam etmektedir. Sanatçılar, aydınlar, solcular yani Sabahattin Ali’ler, Nazım Hikmet’ler, Musa Anter’ler, Ahmet Arif’ler, Uğur Mumcu’lar, Abdi İpekçi’ler, Doğan Öz’ler, Bahriye Üçok’lar, Ahmet Kaya’lar, Hrant Dink’ler devlet tarafından öldürüldü. Yine aynı devlet öldürdükleri yazarlarımıza sahip çıkarak putlaştırdı. Heykellerini dikti, isimlerini parklara, bahçelere vererek ölümsüzleştirdi. Böyle ikiyüzlü bir devlet mekanizmasıyla karşı karşıya bulunmaktayız.

Altı yıldan sonra Hrant Dink cinayeti davası Yargıtay’dan dönünce 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yeniden görülmeye başlandı. Korunan, kollanan katiller, bir hukuk skandalına dönüşen mahkemeler artık toplum nezdinde güvenini, geçerliliğini kaybetmiştir. Bu yüzden Hrant Dink ailesi bu komedi karşısında artık adalete olan inançlarını yitirdiler. “Biz artık bu müsamerede yokuz” diyerek çekildiler. Dava artık halkın sahipleneceği kamu davası oldu. Talat Paşa’nın intikamını almak için, aynı yol ve yöntemle öldürülen Hrant Dink cinayetini soruşturan mahkemelere, hiçbir bilgi, belge sunmayan MİT suçüstü yakalandı. Hrant Dink’in avukatı Fethiye Çetin’e itiraflarda bulunan bir MİT mensubu olan Ramazan Dündar, MİT’te kripto uzmanı olarak çalıştığını, Hrant’ın infaz emrinin Kiril alfabesiyle MİT’in verdiğini söyledi. Bir tiyatro oyununa dönüşen mahkemelerden sonra ailenin umudunu yitirmemesi elde değil. Erdoğan ve AKP hükümeti halklara, işçi sınıfına, Kürt ulusuna karşı toplu savaş açmıştır. Gezi İsyanı ile doruk noktasına ulaşan isyan ateşi, halkın en ufak demokratik taleplerini dahi kanla bastırmıştır. Doğayı koruma-kollama şeklinde gelişen çeşitli uydurma komplo teoriler ile süreci karartmaya çalışan, kontrolündeki basın ile gerçek dışı haberlerle kamuoyunu yanıltan Erdoğan miyadı dolmuştur. Bunun için başta Kürt ulusuna, emekçi halka savaş ilan etmiştir. Afyon’da 25 askerin öldürüldüğü cephanelik patlaması İslami cihat örgütlerine silah sevkiyatı sırasında olmuştur. Reyhanlı’da 52 vatandaşın öldüğü bombalı saldırı yine hükümet ile El kaide

işbirliği ile gerçekleşmiş olduğu gizli yazışmalarda ortaya çıktı. Gezi İsyanı ve sonrasında yitirdiğimiz gencecik fidanlar Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük,

Mehmet Ayvalıtaş, Mustafa Sarı, İrfan Tuna, Ali İsmail Korkmaz ve Hasan Ferit Gedik devletin polis teşkilatı tarafından öldürüldüler. Nicelerinin kafatası kırıldı, niceleri gözlerini kaybetti. Polislere bırakalım soruşturma açılmayı ödüller verildi.

Ekmek almak için sokağa çıkan başına isabet eden fişek ile 150 gündür komada ölüm kalım savaşı veren 14 yaşındaki Berkin Elvan’ın durumu halen kritiktir. Sorumlu polisleri bulup yargıya teslim edeceği yerine, kollamış yeni yeni ölümlerin sinyalini vermiştir. Bu arada Mısır’da askerler tarafından öldürülen İhvan liderinin kızı Esma için ise rol icabı ağlayabilmiştir. Kendi vatandaşı olan Berkin için ise bu hakkaniyeti gösterememiştir. Demokrasi paketi, çözüm süreci, müzakereler, açılımlar ile toplum aldatılmaya çalışılmakta. Bu yüzden süreç tıkanma noktasına gelmiştir. Süreç AKP’nin adil, ahlaki olamayacağını ortaya çıkarmıştır. En büyük yargı ise halkların vicdanıdır. Devlet ve AKP burada mahkûm olmuştur. AKP’nin polis diktatörlüğü altında, dışarıda İslami cihat guruplarını silahlandırarak masum insanların ölümlerine sebep olmaktadır. İçeride ise halka karşı topyekun savaş etmektedir. Kabarık

suç dosyası ile resmen insanlığa karşı ağır suçlar işlemeye devam etmektedir. Kralların da elbet bir gün mutlaka sonu gelecektir. Yargılanacağın zaman adalet, hukuk sana da lazım olacaktır. Ama iş işten geçmiş olacaktır. (Bir Özgür Gelecek Okuru)

   

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu