MakalelerPusula

Yine yeniden… (1)

Güneş, acelesiz dolaşır gökyüzünü. Gündüzler yavaştan yavaştan uzamaya başlar… Cemre, göğün gürültüsünden mi korkmuştur; bilinmez ama bırakıverir kendini yükseklerden. Havaların soğuğu kırılır; sular oynaşır. Toprak; ağır ağır çözer donu… Dere ağızlarında birikmiş çığların altı oyulur; üzerinde çatlaklar oluşmaya başlar. Karın beyazı çoktan kirlenmişti zaten. Doğa; gürültülü bir orkestraya dönüşür. Müzisyenlerinin ayrı yerlerde aynı notaya bastıkları, bir orkestra… Çığ homurtuları, dere yataklarını şarıldayan sulara bırakmıştır. Sular ki; binbir rengi yansıtır güneşe.

Toprak, kahverengini unutur. Yemyeşil bir elbise giyinir. Renk renk çiçek, desen desen böceğe bezenmiş bir elbise. Toprak, elbise sırılsıklam olur. Kök nasibini alır sudan. Kökü doyuran su; dallara yürür, dalın ucunda göğe uzanan; bir çiçektir su artık… Etrafta şaşkınlar vardır. Bu kadar rengi, çeşidi nasıl öğreneceğini düşünmektendir; yavruların şaşkınlığı. Her canlının ardında bir yavru var. Nüfusun artacağını bilen tabiat; bütün hünerini sofraya sunar… Önce kapkara bulutlar çöker; göğün mavisine, güneşin sarısına…

Dağ başlarına kırmızı renkli kılıçlarla saplanır; bulutların öfkesi… Boşalır; gökyüzünün ağıdı, toprağın bereketi… Bardaktan boşanmışçasına boşalır. Bulutların siyahında, göğün gürültüsünde gelir; bahar, dağlarda… Ve tabiat yine yeniden uyanır; bilmem kaçıncı kezdir bu…

Toprak damlı evlerden çıkar; yüzyıllardır bu dağlarda süren insan soyunun bugünkü sürdürücüleri. Kışın karası da karın beyazı da bitmiştir artık. Ata yadigarı toprak kabarmış; sahibini beklemektedir. Onlar; yine sürer toprağını, yeniden atar tohumunu…

Bahar; sabırsızlık bırakır bir de; Dersim dağlarını mekân eyleyen gerillanın yüreğine. Bir an önce çıkmanın sabırsızlığını, hele bir de; yeni bir neden, yeni bir alan varsa… Ve de bu bahara yine yenidenlere bir yenisi ekleniyorsa. Yıllar sonra bir daha gidilecekse; yine Mazgirt’e yeniden Nazimiye’ye… Kimimizin cebinde harita, kimimizin hatırında durmaya çalışan, bilip edenden alınma tarifler. Kimimiz az biraz, yeni eski, gelip geçmiş buralardan. Kimimiz de kendi gücümüze güvenir vaziyette… İyi kötü, çantamız dolu heyecan ve merakla varıyoruz varmak istediğimiz yerlere. Vardığımız akşam bir tepenin yamacına orman diyerek dalıyoruz. Saat gecenin kaçı… Nöbetçi subayı nöbetleri ayarlayıp; sıralamayı aktardığında çoğumuz derin bir uykunun yarısına inmiş vaziyetteyiz. Heyecandan uyuyamayanlarımız da vardır, belki de kimbilir?

Nöbet uyanana kadar sürüyor. Bu duruma “ufak bir kaçamak” diyoruz ve rojbaşı bugünlük biraz geriye alıyoruz. Çapaklanmış gözlerle uyandığımızda; başta güneş, bir terleten sıcağın içinde buluyoruz kendimizi. Karıncalar çoktan yerleştikleri için onlara bir şey demiyoruz. Çantalarımız, silahlarımız ve bütün erzağımız; karıncaların nezdinde ganimet pozisyonunda. Toparlanıp; ormanın derinliklerine, gölgelik alanlara, karıncasız diyarlara çekiliyoruz. Yeni noktaladığımız yerde, hemen dürbünlere sarılıp, dürbünleri kapamayanlar sırada bekliyor. Önümüzde uzanan yeni topraklara bakıyoruz.

Vay be Geldik ha! Şimdi burası … köyü değil mi? Peki bu dere hangi dereydi? … şu tarafa düşüyor olması lazım!

Ellerde dürbün, öne serilmiş haritalar, alınmış tarifler, hatıralardan akılda kalanlarla birlikte resmi tamamlamaya çalışıyoruz. Bazen haritayı araziye bazen de araziyi haritaya uydurarak; söylemleri, hatıraları az buçuk kırpıp; birazcık da ekleyerek. … böyle ne kadar sürüyor. Fakat karnımız bizi uyarıyor. Mideler gurulduyor. O vakit yemek yememiş olduğumuzu hatırlıyoruz. Fakat su yok; sıcak çok. Sabah saatlerinde böyleyse öğlen ne yapar? Yazın ortasında nasıl olacağını aklımızın ucundan bile geçirmiyoruz. Su nereden bulabiliriz diye düşünmeye başlıyoruz.

Çevre sakin görünüyor. Köyde de bir hareket görünmüyor. Olur mu olmaz mı sorusunu olur diye cevaplandırıp; iki yoldaş su bulmak için ayrılıyor. Yaklaşık yarım saat sonra geliyorlar. Soğuk ya da sıcak bir göze bulamamışlar, çeşme de yok, fakat etrafı köyün çöpleri ile dolu bir dere yoldaşlara su vermiş. Hiç yoktan iyidir deyip içiyoruz. Bir bulanık çay eşliğinde midelerimizi susturuyoruz.

Sudan sonraki bir hafta halsiz geçiyor. Haftanın sonunda toparlıyoruz. Zaten belli bir süre köylere de girmeyeceğimiz için sorun olmuyor…

Bilmemek ayıp değil; öğrenmemek ayıp sloganıyla araziye vuruyoruz kendimizi. Araziye asgari bir hakimiyet sağlamaya çalışıyoruz. Ancak ondan sonra köylere girmeye başlayacağız. Yorularak, zorlayarak, bazen yorulduğumuz yerde kalarak. Dikkatle, bazen gevşeyerek, bazı susuz bazı erzaksız… izleyerek, yorumlayarak, kaybolarak… Zoruyla kolayıyla belli bir süre köylere girmeden dolaşıyoruz. Ve artık armudun tadına bakmanın zamanının geldiğini düşünerek köye girmeye karar veriyoruz.

İlk gün için iyi şansa sahibiz. Bize sempatiyle bakan bir ailenin kapısını çalmışız. Hoş karşılanıyoruz. Akşam genelde geçmişe dair sohbetlerle geçiyor. Tabii arada bölgeye dair bilgi almayı da ihmal etmiyoruz. Belli etmeden gezip dolaştığımız araziyi, köy, dere, tepe vb. isimlerini de soruyoruz. Çünkü araziyi en iyi bilenin onlar olduğunu biliyoruz.

Şu tepenin adı? O zaman bu dere de … Peki o derenin akasındaki köy …?

Ve bu biçimde sorular. Biliyoruz da tam hatırlayamadık gibi. Tabii bu soruları ardı ardına da sormuyoruz. Aralara serpiştirerek… Farklı ağızlardan farklı yüzlere. Vedalaşıp evden ayrılıyoruz. Kararlaştırdığımız yere doğru karanlığa dalıyoruz. Epey bir süre sonra; ufak bir karışıklığın içinde olduğumuzu anlıyoruz. Normalde biz bir iki saat içinde varacağımızı hesaplamıştık. Bu dört beş saatte neyin nesiydi? Dört beş saat ne ki şafakla varıyoruz noktaya. Paçalarımızdan yorgunluk akıyor; damarlarımız çekiliyor. Ağzımızı açıp kapamak bile bize çok büyük enerji külfeti. Nöbetçiler ayarlanıyor ve biz çoktan uykudayız. Uyandığımızda biraz daha iyiyiz. Birbirimize takılıyoruz, gülerken yorgun yüzlerimiz ağrıyor.

Tüm bunlar ve daha yazılmayanlar, önümüzde yaşanmayı bekleyenler keşif faaliyetinin normal halleriydi. Arada kendimizi salsak da bunlar kısa süreli oluyordu. Kimimiz dinlediği anılardan kimimiz de kendi pratiklerinden biliyor; yorulacağımızı, takatsiz kalacağımızı, saatlerce yürüyüp yine de varacağımız yere varamayacağımızı, bir tepeye boşa çıkacağımızı, köyleri, karakolları karıştıracağımızı, tam bitti derken yeni başladığımızı, bir iki haftayı imansız çökelekle geçireceğimizi … ve tabii ki bunlar ve benzerlerinin zamanla aşılacağını. Önemli olanın düşüncelerin yeni insanlara ulaştığı, kapsam alanının genişlediğini, örgütün gelişiyor ve büyüyor olduğunu. Bu kadarcık zorluktan bir şey olmazdı, olmuyordu da zaten. (Devam edecek)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu