GüncelManşet

Yıkılmaz kaleler kitlelerdir!

 

17 Aralık’tan itibaren başlayan “büyük operasyon” son hızıyla devam ediyor. Yıllardır bu operasyon ile açığa çıkan çark, devrimciler tarafından her fırsatta teşhir ediyordu. Bu yaşananlar bizler açısından bilinmeyen, tanık olmadığımız şeyler değildi. Sistemin bütün dişlilerin de olan gerçekleriydi bu yaşananlar. Ve bu gerçeğin bütün sistem partileri ile bürokratları en ince ayrıntılarına kadar biliyorlardı ve bunun bir parçasıydılar.

Bugün açısından pisliğin gözler önüne serilmesi ise egemen güçler arasındaki klik savaşının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda, bu hükümeti emekçi halkımızın başına bela eden de aynı sistem ve devlet erkidir ya da büyük sermayedarlardır.

Ortaya çıkan klik savaşının en büyük nedenlerinden biri Ortadoğu başta olmak üzere emperyalistlerin cirit attığı coğrafyalarda yaşanan kitle hareketleri ve savaşlara karşı “jandarma karakolu” olarak kullanılan AKP hükümetinin yeterli gelmemesidir.

İkinci neden düne kadar çıkar ortaklığı yapan, “Beraber yürüdük biz bu yollarda” diyen Cemaat ve AKP’nin “kardeşliğinin”, işçi ve emekçilerin alın teri ve kanıyla büyüyen pastadan pay kavgasına dönüşmesi, Cemaate zekatın kesilme riskinin doğmasıdır. Ancak bu kavgaları şu gerçeğin üstünü örtemez: Gülen de, AKP’de, ABD gibi emperyalist güçlerden bağımsız hareket edemezler. Bu hem kendi düşkünlüklerinin gerçekliği iken esasta ülkenin sosyo-ekonomik yapısıyla ilgilidir.

Üçüncüsü ve en önemli neden ise; Mayıs ve Haziran aylarına damgasını vuran Gezi İsyanı’nın AKP hükümetini köşeye sıkıştırması ve AKP’nin bu krizi yönetememesidir. “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyen milyonlar, ülke tarihinde ilk kez bu denli kitlesel bir şekilde kent meydanlarına akmış ve metropollerin, ticaret merkezlerinin kalplerini işgal etmiştir. Buna tahammül edemeyen egemenler açısında da artık hiçbir şeyin eskisi gibi kalmayacağı tahmin edilebilir bir şeydi!

 

“CHP, ‘ambulansın arkasına takılan taksi’ olmaya devam ediyor”

Dershane konusunda yaşanan ilk çatışmalarla açığa çıkan Cemaat-AKP dalaşının, Başbakan Erdoğan’ın oğluna dava açılmasına kadar ilerlediği bu süreçte CHP açısından “bazı tesadüfler” yaşanıyordu.

Gezi İsyanı’ndaki milyonların gücüne konmak ve bu isyanı çarpıtmak için zaman zaman atraksiyonlar yapmaya çalışan CHP için, BDP’li Sırrı Süreyya Önder’in kullanmış olduğu “ambulansın arkasına takılan taksi” tanımlamasına uygun bir hattı sürdürdüğünü söylemeliyiz.

Tesadüf olarak yansıtılan CHP’nin bir dizi yurtdışı görüşmeleri yapması, ardından faşist bir parti olmasına rağmen burjuva medya tarafından TV’lerde, gazetelerde vb. alternatif olarak yansıtılmaya çalışılmıştır. Oysa aynı CHP, Mustafa Sarıgül gibi Fethullah’a yakınlığı ile bilinen bir kişiyi İstanbul’a, Mansur Yavaş gibi MHP’de faşistliğini tescillemiş bir şahsı Ankara’ya aday göstermiştir. Ayrıca özellikle Kürdistan coğrafyası ve İç anadolu’da da eski DYP, AKP ve MHP kadrolarını aday gösteren CHP’nin “alternatifliği” buradan tartışılmalıdır.

Görünen şudur ki klikler arasındaki savaşta cemaat-CHP ittifakı aranmaktadır. Bu ittifakın da halkımıza bir fayda getirmeyeceği gün gibi ortadadır. Bunca rezaletin yaşandığı ülkemizde bu tablonun yaşanması bizler açısından bilinen olmakla birlikte yaşanan olayların teşhirinin daha kuvvetli yapılması ile devrimci propaganda olanaklarının iyice açığa çıkmasını sağlamıştır. Bizler tarafından dikkat edilmesi gereken husus, sistemin bir bütün olarak teşhirinin yapılmasıdır.

Esas hedefin devlet olması önemlidir. AKP sadece uşaktır. Sistemin sadece bir çarkıdır. Bozuk düzende sağlam çark olmaz sözü tam da bu konuya oturan bir kavramdır. Devlet erki toptan bozuk ve çarklardan biri ve en tehlikelisi CHP’dir. Çünkü egemenler alternatif olarak emekçi halkımıza burayı işaret etmektedir. CHP’nin de, AKP’nin de, Cemaatin de patronları belli; icazet aldıkları yerler aşikardır. Durum böyleyken yürüttüğümüz propagandalardan kitlelere esas yıkılması gerekenin devletin kendisi olduğu propaganda edilmelidir.

 

Halktan çalana, rüşvete, talana son!

Yolsuzluk pisliğinin ortaya saçılması ile birlikte kitleler Gezi’nin sıcaklığı ile yeniden alanlara çıkmaya başlamıştır. AKP il binalarına yönelmiş, yer yer gece yarılarına kadar süren çatışmalar yaşanmıştır/yaşanıyor. Bizlere düşen görev de Gezi’nin ışığında ve Gezi’den edindiğimiz deneyimlerle gelişen harekete inisiyatif koyarak katılmak, önderlik edebilmektir.

Belli mahallelerde inisiyatif almaya çalışmak, kitleleri eyleme, sokağa çağırmak, yürüyüşler düzenlemek önemli ve değerli pratiklerdir. Bu pratikler büyütülmeli ve yaygınlaştırılmalıdır. Yaşanan eylemlere önderlik etmek, aktif yer alabilmek önemli iken kitlelerin güvenliğini almak kadar propaganda çalışması yürütmek, kitleyle buluşmak belirleyici olacaktır.

Bugün açısından “kolluk güçleri saldırının dozunu ayarlamaya” çalışmakta, gelecek süreçle ilgili ne yapacağını bilememektedir. Sürecin ilerlemesiyle birlikte egemenlerin şiddetin dozunu artıracağı da kesindir. Kitlelerin şu ana kadar sokağa inmesi ve ilk tepkilerin verilmesi önemli iken şimdiye kadar istenilen tepki oluşmamıştır.

Kitlelerin daha etkin sokağa, eyleme inmesinin devrimcilerin iyi bir propaganda yürütmesi, kolektif çalışmasına bağlı olduğu açıktır. Gezi İsyanı’nda da ana kitle emekçi semtlerden kent meydanlarına akmıştır. Bu anlamda emekçi semtlerde yürütülecek propaganda çalışmasında, güncel politika ile yerel sorunları birleştiren talepler doğrultusunda hareket edilmelidir. Bu önemlidir, çünkü Gezi’de egemen sınıfın ödünü koparan asıl pratikler, emekçi semtlerde yaşanmıştır. Günlere yayılan direnişlere şahitlik edilmiştir. Bu mevzileri korumak ve daha ilerisini hedeflemek devrimci sorumluluğumuz gereğidir.

Ayrıca semtlerde ve kent meydanlarında yaşanan polis saldırılarında yoldaşlarımızın gösterdiği fedakarlık ve cüret kitlelere gitmede, kitlelerle buluşmada da sağlanmalıdır. Unutmayalım ki yıkılmaz kaleler kitlelerdir. Kitlelere gitmeli, kitlelerden öğrenmeli, onların tecrübe ve deneyimlerini birleştirerek daha iyi pratikler ve yöntemler ortaya çıkarmalıyız.

 

Panik yapma, organize ol!

Yine Gezi’den öğrendiğimiz “Panik yapma, organize ol” esprisini hatırlamalıyız. Çalışmalarımızı kolektif bir şekilde örerek, görev paylaşımlarını yapabileceğimiz komisyon şeklinde çalışma tarzını oturtmalıyız. Esas derdimiz, kitleleri örgütlemek olduğuna göre ilk elden kendimizin hızlıca organize olması, süreci örgütlemesi, inisiyatif alması da süreci kolaylaştıracaktır.

Görev paylaşımlarında ajitasyon ve propagandaya özel önem verilmelidir. Örneğin 27 Aralık akşamı Taksim’de yaşanan çatışmada bir görsellik yaratabilmek özlenen pratiklerdendi. “Kaypakkaya burada, Partizan barikatta”, “Diren, kazan Partizan” gibi sloganlar anlamlı ve yaratıcı pratikler olmakla birlikte kitlenin sahipleneceği daha genel şiarlar da bulunmalıdır.  “İsyan et!” şiarını benimseyip, yaygınlaştırmak bunun önemli bir adımı olabilir.

Yine yürüteceğimiz ajitasyon-propaganda konularından birisi de Roboski Katliamı’nın ikinci yılı konusu olmalıdır. Katliamı anarken, hesap sorulmalı, yapılan eylem ve etkinliklere aktif bir şekilde katılınmalı, esasta ise şovenist dalgayı kırabilmek için çaba sarf edilmelidir. Ve devletin “barış sürecinde” Kürt ulusuna dönük imha, inkar ve asimilasyon politikaları teşhir edilmelidir.

Roboski’deki gençleri katlederken “kaçakçı” vb. ithamlarla bu katliamı meşrulaştırmaya çalışan devletin, son rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun ardından hırsız ve talancı yüzü tamamen açığa çıkmışken, bu noktayı hem Roboski Katliamını bir kez daha lanetlemek hem de bu yüzü teşhir etmek için kullanabilmeliyiz.

 

İşçi sınıfının sessizliğini bozalım, talepleri öne çıkaralım!

Bugün ortaya çıkan yolsuzluk, hırsızlık batağında ortalığa saçılan milyon dolarlar ve daha fazlası emekçi halkımızın alın terinden çalınan, sömürülen paralardır. En çok ise asgari ücret alan ve güvencesiz çalıştırılan işçilerin emeğinden çalınmıştır.

Bu klikler arası dalganın her iki tarafında da emek sömürüsü üzerinden palazlanan sermayedarlar vardır. Biz işçi-emekçilere 804 TL reva görülürken, onlar emeğimizden çaldıkları paraları, para makineleri ile sayıp ayakkabı kutularına saklamaktadırlar.

Egemenlerin bu kadar pervasız olması ise işçi sınıfının örgütsüzlüğünden kaynaklanmaktadır. Buna engel olabilmek de rejim açısından esas tehlikeyi oluşturan işçi sınıfının uyanması, harekete geçmesi, örgütlenmesidir. Buna önderlik etmek ise yine biz devrimcilerin omuzlarındadır.

Tayyip Erdoğan’ın Gezi’de sarf ettiği “Zam için, sendikal haklar için sokağa çıksalar neyse!” sözlerini hatırlayalım. Bu sözleri sözde bir Başbakan’ın bu kadar pervasız söylemesi işçi sınıfının sesini yükseltemeyişinden, öndersiz, örgütsüz olmasındandır.

Devlet yeni ekonomi politikalarını belirlerken, büyümeyi işçi sınıfının sömürüsü üzerinden belirler. İktidarlar tarafından çıkarılan her paket patronlara teşvik, çalışanlara kemer sıkma, işçi ücretlerinde azalma olarak yansıyor. Bu eksende ibreyi işçi sınıfının taleplerine çevirmek, işçi-emekçilerin sesi olmak, bu talepleri genişletmeliyiz. Öyleyse işçi sınıfının ve milyonlarca emekçiyi ilgilendiren kıdem tazminatı hakkımızı savunalım, asgari ücretle ilgili talepleri haykıralım.

Bahsini ettiklerimizi gerçekleştirebilmek, başta bizim örgütlenmemiz ve organize olmamızla mümkündür. Ancak en belirleyici olan kitlelere yaslanmak, kitlelerden güç almakla mümkün olacaktır. Tekrar söylüyoruz ve hep söylemeye devam edeceğiz: Yıkılmaz kaleler kitlelerdir!

 

Haziran sıcaklığıyla isyan edelim, birleşelim, örgütlenelim!

Çal, çal nereye kadar bitti buraya kadar!

Yolsuzluğa, rüşvete isyan et!

Asgari ücretle yaşamaya isyan et!

Katliamlara isyan et!

Bu düzeni kabul etme, isyan et!

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu