Makaleler

YOLCULUK

Uzun zaman ayak diremişti. Gerçeğin çölüne varacağı yolculuğun başlamasını yine de durduramamıştı. Bazen; eskiden herşey ne kolaymış meğerse, diyordu. O zamanlar, yanlış politika ve yöntemlerde, yeterli atılımın gerçekleştirilmemiş olmasının yarattığı tıkanıklıklarla bulurdu kabahati. Sorumlu yoldaşların hatalarından kendisine yaklaşımlardaki yanlışlıklardan dem vururdu. Bu sorunların hala ortadan kalktığı yoktu. Ama nedense artık, kendi durumunu bunlarla açıklayamaz olmuştu. Aynı şeyleri hisseden ve düşünen tek insan olmadığını da fark etmişti. O da herkes kadar sorumluydu bunlardan. Masum ve mağdur olduğu kadar suçluydu da. Bunları fark ettiğinde kişisel kırılganlıkları biraz azalmıştı. Önünde yeni bir ufuk belirmişti. Yaşamın içindeydi ve kendisinden kaçamıyordu.

Bir şeyler ona devrimciliğin hayatı eleştirmekten ibaret olmadığını fark ettiriyordu. Yaşamın kıyısında durup, birilerinin yaptıklarını ölçüp biçmek yetmiyordu. Asıl mesele, eskinin yerine konulacak olanı yaratabilmek için değişebilmek değiştirebilmekti. Bunları, sandığından çok az yapabildiğini gördüğünde içini bir sıkıntı kapladı. Nasıl olmuştu da uzun zaman boyunca, yaşamın izleyiciliğiyle yetinmişti. Habire başkalarının yüzüne tutmaya çalıştığı aynadan kendisini ilk o zaman görmüştü.

O gün bugündür de yorgunluk hissediyordu. Değişmeyi, dönüşmeyi, esnemeyi, büyümeyi, çoğalmayı başaramayan herkes gibi o da yorgun düşmüştü. Yaşamı değiştirme, güzelleştirme çabasının asla karşılık beklemeksizin verilmesi gerektiğini bilmiyordu. En ağır yükü de buydu. Üstüne üstlük sadece istemenin, başarı için yeterli olacağı gibi bir yanılgısı da vardı. Oysa istemekle sınırlı kalmak, öğrenme değişme sürecini bilinmez zamanlara bırakmak demekti. Sevmeyi öğrenmemiş bir devrimci olduğunun ise farkında bile değildi. Aynadaki görüntüsü belirginleştikçe çirkin yanları daha fazla açığa çıkıyordu. Ve o sadece izliyordu. Bundan sonra ne yapacağını bilmiyordu.

Yer yer kendisini kanıtlayabileceği bölük pörçük başarıları, onu teselli etmiyordu artık. Bugün kadar adeta iki ayrı insan gibi yaşamış olduğunun o an fark etti. Bedenimde, “herkeslerden gizlediği” bir başka kişiliği büyütmüştü. İçindeki o yabancı baskın geldikçe daha çabuk yoruluyor ve sinirleniyordu. Bu yorgunluk yüzünden yoldaşlarına daha az gülümsüyordu. Hatta en az onlara gülümsüyordu.

O iki kişilik arasındaki çalkantı ve uzlaşmazlıklar almış yürümüştü. Ve bazen kendisinin, o iki kişiliğini de dışarıdan izlediğini fark ediyordu.  Ama onlara tam anlamıyla hükmedemiyordu. Duygu-düşünce bütünlüğü kurmakta zorlandığı durumlardan, doğruluğu tescillenmiş kalıp davranışlara giriyordu. Genel kabul gören davranışları gerekli yerlerde uygulamakta bir hayli ustalaşmıştı. Ama isteği tam olarak bu da değildr. Kuralcı ve esneklikten uzak bir insan haline gelmeye başlamıştı çünkü.  

Kendisiyle baş başa kaldığında ise, kimselere sevdiremeyeceğini düşündüğü bir insanın ortaya çıkışına şahit oluyordu. Ona acıyordu, ondan utanıyordu. İsteklerini yerine getirmemezlik edemiyordu. Kendisine yabancılaşmaya başlayan her insan gibiydi yani. Tüm bunların ne anlama geldiğini içten içe iyi biliyordu da, bilmediği yanları bildiklerini gölgede bırakıyordu. Kendisinden bile gizliyordu yabancılaşmasını.

Yine de artık basit şeyler yüzünden eleştiri almamayı başarabiliyordu.  Bu onu biraz rahatlatmıştı. Huzurlu olabilmesine ise yetmemişti. Biraz olsun huzur için, zaten başarabildiği şeyleri daha fazla yapıyordu. Aldığı eleştiriler karşısında kendisini bu yollardan kanıtlamaya çalışıyordu. Ama kendisini kaybettiği yerler oralar değildi ki! Kaybını başka yerlerde aramalıydı. Bunu yapmıyordu.

Böylece aşmakta kararlılık gösteremediği sorunlar koskoca bir dağ haline gelmişti. Her insanın olduğu gibi onunda, hayatında bir zaman zirvesi olmuştu. O da önündeki dağa tırmanarak yerine artık ardından bırakması gerektiği kendi zirvesiyle oyalanıyordu.

Yeni bir yolculuğun onu beklediği ikna olması bu yüzden güçleşiyordu. Böylece vakit kaybedip duruyordu. Yolculuğa yalnız başına katlanmak da istemiyordu.  Yalnız olmadığını görmesi için ise, sevmeyi öğrenmeliydi. O, buna da hazır sayılmazdı.

Bu haliyle cennet ve cehennem arasında, Araf’ta kalmış bir insan gibiydi. Oraya varması çok uzun sürmüştü. Yine de yolun başında sayılırdı. Şimdi kendi cennetine ve cehennemini seçme vaktiydi. Ya Simurg’u arama yolculuğuna çıkacak ve o serüveni kuşlar gibi kendisini arayacaktı ya da düşlerini unutup yorgunluğun kollarında kalacaktı.

(Bir Partizan)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu