GüncelManşet

(Yorum) Devletin politik krizinde Kürtlere düşen pay

Devletin politik krizinde Kürtlere düşen pay: Siyaset yapma yasağı!

Tayyip Erdoğan meydanlarda ama özellikle T. Kürdistanı’nda “çözüm süreci” için destek çağrıları yapıyor. “Kandan ve şiddetten beslenenler” diye yırtınarak bağırıyor. Sürecin sabote edilmeye çalışıldığını iddia ediyor. Bu süreci sabote etmeye çalışanlar ise Tayyip’e göre oldukça geniş bir yelpaze oluşturuyor. Duruma, gelişmelere ve döneme göre sürekli değişiyor. Bir dönem PKK’nin bizzat kendisi, başka bir dönem PKK içindeki “şahin” kanat bu sabotajı yapıyor. Başka bir dönem yolsuzlukları ifşa ederek kapışmayı boyutlandıran Gülen Cemaati kast edilerek “paralel devlet.” Bu argümanın şaşmaz hedeflerinden birisi de kitle hareketleri. Özellikle Gezi İsyanı ve sonrası bu argümana oldukça sıkıca sarıldılar. Gezi eylemlerinin Kürt meselesindeki barış sürecini hedeflediği, onu engellemeye çalıştığı kullanıldı ve hala kullanılıyor. Tayyip bugün meydanlarda, ama dikkat özellikle Kürt illerindeki meydanlarda, ağzından köpükler saçarak “Geziciler, marjinal sol örgütler, Vandallar, anarşikler barışı, çözümü istemiyor” diye devrimci ve demokratik kitle hareketine saldırıyor. Aynı argümanla Gülen Cemaati’ne, CHP’ye MHP’ye vs. herkese saldırıyor. Bu “barış havarisi” güya barışı inşa ederken herkes önüne bir engel çıkarıyor! Adeta kendini barış savaşçısı gibi gösteriyor. Önündeki engelleri sürekli artırıyor.

Ancak bazı gelişmeler var ki Tayyip bunları Kürt meselesiyle ilişkilendirmekten itina ile kaçınıyor. Kendi yolsuzluklarının açığa çıkmasına, doğrudan kendini hedefleyen kitle eylemlerine karşı “çözüm sürecini” bir zırh olarak kullanırken, doğrudan Kürt düşmanlığı ile şekillenen hiçbir faaliyet Tayyip için “çözüm sürecini” hedeflemiyor. Bu “çözüm süreci” başladığından bugüne hep böyle oldu. Elle tutulur, gözle görülür bir şekilde Kürtlerin linç edilmesi, siyasi partilerinin faaliyetlerinin engellenmesi gibi ırkçı faşist saldırılar ve bizzat devletin Kürtlere yönelik katliam, tutuklama ve imha saldırıları bir türlü Tayyip’in gözüne ilişmiyor, çözüm sürecini onun nazarında gölgelemiyor bile. Dün Ahmet Türk yumruklanırken de, Ege illerinde Kürt halkı linç edilirken de bunlar “çözüm sürecine” karşı provokasyon değil, vatandaş duyarlılığı olarak tespit edildi.

 

Tayyip’e taşınan can suyu: Kürt düşmanlığı!

Bugünde Urla, Aksaray, Ordu, Giresun, Tekirdağ, Fethiye vs’de HDP’ye yönelik linç ve saldırılarda aynı şekilde Tayyip’in çözüm süreci bağlamında pek sorun olarak görmediği gelişmelerdir. Tayyip kendine yönelmediği hatta tam tersine Kürtlere yöneldiği ölçüde her gelişmeyi, eylemi, politik atraksiyonu ya doğrudan ya da sessizlikle geçiştirip onaylayarak takdir etmektedir.

Kürtlere yönelik hiçbir girişimi olumsuzlaması mümkün değildir. Hatta bu girişimleri emrindeki kamu görevlilerinin (polis, vali, kaymakam, emniyet müdürü, belediye başkanı vs.) büyük katkısı ve iştiraki ile beslenmekte ya da takdir edilmektedir. En son Fethiye’de HDP’ye yönelik faşist saldırıda akrep denen polis aracının üstünde emniyet görevlisinin Türk bayrağı ile kitleyi selamlaması, sonra kaymakam ve belediye başkanı eşliğinde HDP tabelasının indirilmesi bu tavrın uç vermiş göstergeleridir.

Tayyip kuşkusuz bir devlet politikasının uygulanmasını icra ediyor. Bu toplumda doğrudan Kürt karşıtlığının ve düşmanlığının olgunlaşması, gelişmesi ve büyütülmesi devletin bir çeşit sigortası olarak ele alınmaktadır. Devlet Kürtlerle barış olasılığı belirginleşse de, onlarla bu eksende görüşüyor ve bu görüşmeler “olumlu geçiyor” olsa da Kürtlere düşmanlığı toplumsal düzeyde geliştirmeyi kendi geleceği açısından faydalı olarak görüyor. Buna lafta bile tavır almayacak kadar değer ve önem verdiğini de söyleyebiliriz. Bakınız Tayyip’in tavrına. Devletin bu faşist saldırılarda doğrudan parmağı olduğu gibi esasen bunun gerçekleşmesine yol verdiği açıktır. Özellikle yolsuzluk yerine Kürtlere düşmanlık için sokağa dökülmesi, süreci bu şekilde politize etmesi devletin her kliğinin faydasınadır. Ama özelliklede AKP’nin çıkarınadır. Kitlelerin yozlaştırılmasında bundan daha şahane bir zemin olamaz. Egemenlerin bundan büyük keramet ve nimet beklememesi ise düşünülemez. Türk egemenleri devrimci kitle hareketlerine karşı Kürt barışını savunurken de, faşist saldırılara sessiz kalırken de köklü ve adice bir Kürt düşmanlığı üretme hesabındadır.

 

Ergenekon’a özgürlük, Kürde yasak ve zindan!

Tayyip bir yandan “çözüm sürecini” kendisi için can simidi olarak görürken, diğer yandan bu eksende en ufak bir adım atmamaktadır. Devletin politik krizi ve klik çatışmasının geldiği boyut ve bunun yarattığı yeni dengelerin ilk sonuçları Kürtlere yönelik linç olurken, yeminli Kürt düşmanı Ergenekoncuların hapisten kendi yasalarına takla attırılarak dışarı çıkarılması oldu. Kürt ulusal hareketine hala vaatten başka bir şey verilmemektedir. Ergenekoncular yeni yasal düzenlemelerle serbest bırakılırken, KCK tutukluları “dağa çıkma olasılığı” gerekçesiyle zindanlarda tutulmaktadır. Kürtler vaatler eşliğinde hakarete uğramaya, devletin gadrine uğramaya devam ediyor. Hem de açık ve aleni olarak. Devrimci ve demokratik Kürt ve Türklerin işkenceden geçirilmesi ve katledilmesinde özel görevli olan ve nam salmış Veli Küçük çıkar çıkmaz “Bu vatanın birliği, Türk birliği için nöbete devam edeceğiz. Kesinlikle geri adım atmayız. Sadece ben değil, bu işte içeri giren ve girmeyen hepsi devam edecek” diyerek bir açıklama yapmıştır. Bu kolu kanadı kırılmış, gücü kendinden menkul katilin, bu cüretinin politik iklimden bağımsız olmadığı, aynı zamanda Kürtlere bir hakaret olduğu açıktır. Açık ve bilinen Kürt düşmanlarının hapisten çıkarılması ve linçlerin yüzünü tekrar göstermesi devletin Kürdü hizalama çabasının yeni bir biçimi ve sürecin bir yan ürünüdür.

Son gelişmelerin seçim atmosferinde de bir karşılığı vardır. Kürtlerin (ve demokratik-devrimci kesimin) siyaset özgürlüğünün nasıl arsızca ve pervasızca hem de barış ve müzakere ortamında en üst düzeyde gasp edildiğini görüyoruz. HDP’ye yönelik saldırılar, Ergenekoncuların serbest bırakılması ancak başta seçilmiş olan ve diğer Kürt tutsakların bırakılmaması gibi gelişmeler en başta siyaset yapma hakkının gasp edilmesi demektir.

Devletin bu pervasızlığı kuşkusuz süreci bir politik denge üzerinde yürütüyor olmasının getirdiği güvendir. Mevcut politik krizi içinde dahi bir denge yakalamanın güveni içinde hareket etmektedirler. Bir yandan PKK ve onun önderliği ile görüşürken diğer yandan en temel özgürce siyaset yapma hakkının gerçekleşmesi ya da ona sağlıklı bir zemin oluşturulmasının önüne engeller çıkarmaktadır. Bütün vaatleri seçim sonrasına yöneliktir. Ancak bir yandan da Kürtlerin seçime mümkün olduğunca en olumsuz koşullarda gitmesini ve zayıflayarak çıkmasını istemektedir. Yani görüşme ve diyaloğu devlet kendini güçlendirme ancak Kürtleri zayıflatma aracı haline getirmeye çalışmaktadır.

Bu seçimler sonrasına ertelenen vaatlerin, yeni seçimler zinciri içinde sürdürülüp sürdürülemeyeceği ise tarafların tavrına bağlıdır. Kuşkusuz devlet bunu sürdürmenin hesapları içinde olacak, stratejisini bu eksene oturtacaktır. Ancak sorunun toplumsal ve siyasal niteliğinin bu biçimde ve gerginlik içinde sürdürülmesi zordur. Kürt meselesinin Kürdistan’ın diğer parçalardaki gelişmeleri de bunu sürdürmeyi zorlaştırmaktadır. Ancak devletin diyalog ve görüşme aracını bunu sürdürmek üzerine şekillendirdiği artık gizlenemeyecek kadar açıktır. Muhtemeldir ki seçimler sonrası yeni yapılan yasal düzenlemelerle (Ergenekoncuların faydalandığı) Kürt tutsakların bir kısmını tahliye ederek yeni bir yumuşama havası yaratacak, bunu büyük bir demokratik hamle olarak sunacaktır. Aynı zamanda devletin diğer yüzü Türk duyarlılığı adı altında açığa çıkacak ve Kürtlerin hakları bu faşist duyarlılıkla baskılanmaya, “mevcut koşullarda adım atmanın” kolay olmadığına, sabredilmesi gerektiğine dair bir politikaya dönüşecektir. Bu politikanın dozu değişmekle birlikte sürekli uygulandığı ve Kürtlerin boynuna geçirilen bir urgan olduğu açıktır.

 

“Çözüm süreci”nin bilinmeyen yolu!

Devletin, Kürtlerin demokratik hak ve özgürlük taleplerini barış ve müzakere süreci adı altında seçim takvimlerinin cenderesine almaya çalıştığı bir oyun oynamaktadır. Uzun süre bu cendereyi etkin olarak kullanmıştır. Önümüzdeki süreç içinde de kullanma mücadelesi vereceği açıktır. Devletin “çözüm süreci” dediği politikasının yol haritasını açıklaması güncel bir talep olarak gündeme taşınmalıdır. Bu Kürt hareketi ve onun demokratik ve devrimci dostlarının mücadele konusundan biri olmalıdır. “Aldatma ve oyalamaya son! Kürt ulusuna özgürce ayrılma hakkı tanınsın!” talep ve istemleri güncel bir politik söylem ve mücadele haline gelmelidir. 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu