GüncelManşet

(Yorum) Yerel seçimler yenilgi midir?

Gezi İsyanı’nın gümbürtüleri, Yolsuzluk Operasyonları ve son ‘tape’ skandallarının tozu dumanı altında bir yerel seçim sürecini daha arkada bıraktık. Gelinen aşamada çokça tartışılan ve uzun süre daha tartışılacak olan yerel seçimler, birçok çevresel etmenin etkisi altında ve özellikle iç ve dış siyasetteki bir dizi denklem kayması ile birlikte gerçekleşirken, egemen sınıflar ve özellikle AKP açısından ise referandum niteliği ile özgül bir ağırlık taşıyordu. Bu ağırlığın somut yansıması olarak da seçimler süreci; birçok politik çevrenin, çeşitli sınıfsal kesimlerin ve siyasal algılayışların farklı beklentilerle ve arayışlarla gözlemlediği bir politik süreç oldu, bundandır ki, ortaya çıkan tablo da, yine benzeri şekilde, politik yelpazemizin her arılığından başka reflekslerle karşılandı.

 “AKP’nin yok olma başlangıcı,”, “ağır ağır geliyoruz” söyleminden tutalım da “Millet AKP’ye oy verecek kadar sersem mi olmuş?” vb yorumlara kadar çeşitli reflekslerle karşılanan yerel seçimler tablosunda, reflekslerin yer yer yenilgi veyahut düş kırıklığı şeklinde tepkimeler doğurması, bir yanıyla da ülkemiz politik muhalefetinin doğru bir süreç okuması yap(a)madığının da net göstergesi aslında.

AKP’nin bir önceki seçimlere göre ve yaşanan onca politik gelişmeye rağmen ciddi oranda oy kaybı yaşamamış oluşu bu çerçevede birçok yoruma sebep olmuştur. Yorumların temelinde, AKP’nin bir önceki yerel seçimlere göre geriye düşmemesi ve hatta oy arttırması yatmaktadır. Büyükşehir belediyelerine dair çıkan yasanın etkisi ve bir dizi hile bu oy artışında etkenken, esas anlamda ülkenin son bir yıla yakın bir süreçtir sürüklendiği kutuplaşma ve seçimlerin de ‘yerel yöneticiler seçme’ işlevinden çok politik kamplaşmada saf belirleme şeklinde yorumlanması, sonucu doğuran esas nedenler arasındadır. Aslında bu çerçeveden bakıldığında seçimler genel seçimlerle kıyaslanarak yorumlanabilir ki, bu noktada AKP açısından bir geri düşüş vardır ancak bu da istenen-beklenen boyutlarda değildir.

Ülkemiz toplumsal muhalefetinin ise bu noktada güçlü bir alternatif çıkış üretemiyor oluşu, politik muhalefetin geniş kesimlerinin seçim sürecinde desteklediği BDP-HDP’nin ise batıdaki Kürt olmayan kesimlerin oylarını alamayışı da bu süreçte etkenken, seçimlere dair referandum algısı, yine ülke siyasetinin iki kutuplu bir mecraya akıyor oluşu belirleyendir. Yani, AKP ve AKP karşıtları denkleminde CHP’ye bel bağlayan toplumsal kesimlerin varlığı, bir şekilde ‘oy bölme’ söylemi altında geniş toplumsal kesimleri sistemin sınırlarına hapsetmiştir.

Toplumsal kutuplaşma üzerinden örülen siyaset ve AKP’nin bir dizi politik hamle ile özellikle Cemaat kaynaklı süren gerilimde, kenedi tabanında yarattığı kemikleşme-tutuculaşma eğilimi bu çerçevede yine seçim sonuçlarını belirleyen pozisyondadır. Gezi İsyanı’nın ardından AKP’nin diline tutturduğu “milli iradeye darbe girişimi” türküsü, maalesef ki kitlelerde bir yankı bulmuştur da.

 

Yenilgi ya da küçük burjuvazinin heyecanlı ruh hali

Buraya kadar aktardığımız kısım olay aktarımı/anlatısıdır. Bahsettiğimiz tüm veriler, tablonun ve seçim sonuçlarının etkenleridir ve dah bir dizi şey eklenebilir. Ancak üzerinde tartışmak istediğimiz şey, özellikle sosyal medyada hacim kaplayan bir dizi tartışma ve üstte çizdiğimiz tablodan ve seçim sonuçlarından doğru duyulan hoşnutsuzluğun, kitlelere güvensizlik-umutsuzluk ekseninde yankı bulmasıdır.

Bu noktada altı çizilmesi gereken ilk nokta, nesnel zemine yaslanmamanın ve süreç okuması yapmamanın, kimi küçük burjuva kafalarda yarattığı yenilgi eğilimidir. Nesnel zeminden beslenmeyen, koşullara uygun refleksler öngörmeyen, süreçlerin karşılığını ve yaratma gücünü kavramayan bir algı biçimi, bahse konu düş kırıklığının kaynak kodlarını ele vermektedir. Beklentiyi üst perdeden koyup, çıkan tabloda alttan alta tutuşarak; “bu halktan bir şey olmaz” terennümünde nameler dizmenin somut karşılığının olmadığı ve ülkemiz işçi ve emekçilerinin hanesine pozitif katılım sağlamadığı akıllarda tutulmalıdır.

Gezi İsyanı’nın coşkusu ve özellikle ülkemizin batısında, uzun yıllar sonra, bir ilki temsil ediyor oluşu bir anda üstün beklentilere sürüklemiştir kimi çevreleri. Kaynağını küçük burjuvazinin aceleciliğinden alan bu ruh hali; “o kadar şeyin üstüne” ile başlayan cümleleri ile bir anda “bu halktan adam olmaz” neticesine ulaşmakta ve bu çerçevede yılgınlığın sularına kulaç atmaktadır.

Ya da tersi bir görüngü ile, toplumsal kamplaşma ve egemenlerin “böl-parçala-yönet” stratejisinde rolüne razı olarak, geniş halk yığınlarının mayalanan öfkesini görmezden gelmekte ve AKP’yi besleyen tabanı olumsuzlayıp kendi rolünü minimalize ederek, yine ilerleyişi, toplumsal dönüşümün imkansızlığı sonucuna ulaşmaktadır.

Aslında tüm bu sorunlu yaklaşımların kaynak kodları, devrim mücadelesini anlamamakta, onun uzun-erimli ve süreçlerle beslenen yenilgilerle inşa edilen karakterini görmemekte ve sandık-seçim gibi demokrasi karikatürü pratiklerin rolünü-misyonunu görememekte gizlidir.

 

Referandum yeri sandıklar değil sokaklardır

AKP, kendi meşruluğunu kurduğu alan olan seçimlerden başarılı çıktığı aşikardır. Ancak süt mayası gibi bir anda kabararak seçimlerden “olmuyor” sonucu çıkartmak bizim tartışma perspektifimizin dışındadır. Bu egemenlerin siyasal diline aittir ve onların göstermelik demokrasi oyununda manüpilasyon yaratmak için kullandığı aktörlerdendir.

Gezi İsyanı’nın ardından sokakların dinmediği ve her politik gündemde güçlü reflekslerin örüldüğü bir dönemle karşı karşıya olduğumuz net bir gerçekliktir ve seçim sonuçlarına dair tablo, öncelikle egemenlerin verilemlerinin ötesinde buradan doğru tartışılması gerekmektedir.

Bu tablo, açığa çıkan yolsuzluk-rüşvet ağı ile beslenmekte ve ‘tape’ler skandalları ile de kitlelerin gözüne sokulmaktadır. Ek olarak, gelecek sürecin hem bir ekonomik krizi getirdiği, hem de ülkemiz politik arenasında suları daha da ısıtacağı aşikardır. Ve seçim sonuçları değerlendirilirken bu verili koşulların ötesinde tartışılmaması gerekmektedir. Yoksa, Gezi’den beridir suların ısındığı gerçekliği, suların ısınmaya devam ettiği sonucu ile birleşmeden ve kaynama noktasının seçimler olmadığı tespiti ile bütünleşmeden çıkan yorumlar sakat olacaktır.

Bu anlamda “bu daha başlangıç…” sloganının düsturuna uygun şekilde, seçimleri kuşatan koşulların yarattığı kırılmaların, artçı sarsıntılar olduğu akıllarda tutulmalıdır. Güçlü depremler böylesi sarsıntılarla gelecektir. İlk fay kırılmasında çöküntü olmadığına ‘üzülenlerin’ bu gerçekliği görmesi, bu anlamda mücadelenin uzun-erimli bir mücadele olduğu ve nice cenkleşmelerden geçmesi gerektiği bilinci ile donanması gerekmektedir. Yoksa, yenilgi söylemi ile açılan kapının ezilen halk kesimlerine değil, egemen kesimlere hizmet ettiği bilinmelidir.

Sonuç olarak, seçimler üzerinden çıkan tablonun mantıklı tek izanı, daha yolun başında olduğumuz tespitidir. Ek olarak sistem partilerinin de, bu noktada kitlelerin muhalefetini kucaklamaya aday olamadığı ve bu noktada alternatif olamadığı da gözler önündedir. Ek olarak; bir yanı ile emperyalizmin güvensizlikler yaşayarak rafa kaldırma eğiliminde olduğu AKP, ülkemiz işçi ve emekçileri açısından günden güne büyüyen bir muhalefeti de örmektedir. AKP; yarattığı kutuplaşma dehlizinde ipleri gererken, toplumsal muhalefetin gelişme eğilimi bu tablonun Gezi İsyanı’ndan beri sönmeyen yanıdır. Bu noktada çözümün sandıkta değil, sokakta olduğu ve kitleler sokaklarda sistemden hesap sormaya devam ettiği müddetçe yenilgiden söz edilemeyeceği unutulmamalıdır.

 

Bir ÖG okuru

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu