GüncelManşet

(İzlenim) Sûr’da 3 gün: Kıvılcım çoktan düştü bu topraklara…

Havan topu mu, yoksa mayın mı?” Patlama sesleri yükseliyor Amed’in kalbinden, Sûr’dan… Sabahın erken saatlerinde ve akşam saatlerinde yoğunlaşan bu sesler ve beraberinde Amed’in pek çok yerinden de görülen göğe yükselen duman aklımıza bu soruyu düşüyor. Bu sesler 90 gündür bölgeyi kuşatan, halkı katleden, sokağa çıkma yasağı adı altında her türlü zulmü gösteren TC devleti ve onun kolluk kuvvetlerine mi ait? Yoksa kimliği, toprağı, kültürü ve en önemlisi yaşamı için direnen Kürt halkına mı?

Ne önemi var ki?” demeyin, demeyelim. Bir tarafta kurulduğu tarihten itibaren tek din-dil-ulus mottosuyla ezilen her kesime zulmü, katliamı reva gören bir devlet var. Diğer tarafta ise diline “yoktur”, kimliğine “kardan çıkan kart-kurt sesinden türeyendir” denilen, birçok katliama maruz kalan bir halk var. Dersim’de, Zilan’da, Roboski’de katledilen ama tarihinden aldığı dersleri direnişe çeviren bir halk…

Sûr’da direniş 90’lı günlerini devirdi. Diyarbakır Valisi Hüseyin Aksoy, direnişin 91. gününde “Sur % 98 temizlendi” derken %100 “temizlik” için mahallelerden patlama sesleri ve dumanlar yükselmeye devam ediyor. Pek hijyenik(!) olan bu devlet, etrafı kana buluyor; yüzyıllardır bu topraklarda olan bir halkın, kendi topraklarından, yaşam alanlarından göç etmesini, etmezse ölmesini istiyor. Tıpkı Ermenilere, Süryanilere, Ezidîlere, Asurilere ve daha pek çok ulusa yaptığı gibi. Çoğunlukları, azınlığa çevirmekte “temizlik”leriyle meşhur olan devlet, Kürt halkına da aynı sonu yaşatmaya ant içercesine bugün saldırıyor. Ancak bu halk, Cizîr Katliamı’nda yaşamını yitiren Cizre Halk Meclisi Eşbaşkanı Mehmet Tunç’un sözleri ile direniyor bugün: “Teslim olmayacağız!

 

Devlet kimdir?

Amed’e gelişimin üçüncü günü. Bir ayı aşkın süredir bölgedeki gazetecilere yönelik saldırılara karşı dayanışma ve Kürdistan’daki gelişmeleri halka aktarma amacıyla tutulan Haber Nöbeti’nin 5. ekibine katılmak üzere çıktığım yolculuğa, Amed’e bir az erken gelerek başladım. Sûr’da, Dicle Fırat Kültür Merkezi’nde bulunan Sûr’lu aileler çocukları, anneleri, kardeşleri, ağabeyleri için nöbetlerini sürdürürlerken hem onları ziyaret etmek için hem de bölgeye yakın temas sağlamak için giderken Amed’in surlarındaki Türk bayrağı karşıladı beni. Öğreniyorum ki bayrak, ablukanın başladığı gün itibariyle oraya dikilmiş. Devlet, bayrağını surların tam tepesine öylesine dikmiyor, “Buralar benim toprağım” mesajını vermeye çalışıyor; savaşına, psikolojik anlamda da üstünlük kurmaya çalışarak devam ediyor. Bu bayrak sadece bir toprak parçası için de değil, “Burada Türkçe konuşulur, Türk olunur, İslam ise tek dindir” demek için. Diyarbakır Zindanları’nda 1980 Cuntası’nda “Türkçe konuş, çok konuş” diyenler, bayrakları ile bugün aynı mesajı vermeye çalışıyorlar. Kendilerinin olduğunu iddia ettikleri topraklarda, kendilerini ispat etmek için bayraklarını katliamla kuşattıkları Sûr’un girişine dikiyorlar.

Bayrağı bütünleyen konuşmayı ise Sur içine girişte bir polis yapıyor; “Onlar devlete karşı çıkıyorlar. Biz istesek havadan bombalardık, tamamen yok ederdik burayı” diyerek gözdağını veriyor. O bunları söylerken aklıma Rize’de Yeşil Yol projesine karşı geçtiğimiz Haziran ayında verilen direnişteki Havva Ana’nın sözleri geliyor: “Devlet kimdir? Devlet yok, halk var.

Evet, Sûr’da 90 gündür devlet yok, halk var. Halk ise yıllardır, hatta yüzyıllardır bir hayrını görmediği ve açıktır ki görmeyeceği devleti ve kurumlarını mahallelerinde, yaşam alanlarında görmek istemiyor. Kendi iradesiyle var olmak, kendi kendini yönetmek istiyor ve bunun adına da “özyönetim” diyor. Yaşam alanlarını, yaşamını devletin saldırılarına karşı savunmayı önüne alıyor; özsavunmayı kuşanıyor.

Kuşkusuz bu süreçte Rojava Devrimi’nin büyük etkisi var. Rojava, nasıl alternatifsiz bırakılmaya çalışılan bir halkın alternatifi olmuşsa, Kürdistan da Rojava Devrimi’nden edindiği deneyimlerle alternatifsizliğe karşı alternatifini oluşturuyor. O yüzdendir ki Dicle Fırat Kültür Merkezi’nde ağabeyi Sûr’da olan bir kadın, “Özgürlüğümüz için ağabeyim orada” diyor. Ağabeyinden günlerdir haber alamamasının acısını, özgürlük hayaline dönüştürme cesaretini sergileyebiliyor, umutla bekliyor. Ağabeyinin katledilmesi olasılığından duyduğu korkuyu, bütün bir halkın ayaklanması isteği ile örtüyor. Çünkü o da biliyor, ben de biliyorum: Kürdistan’da, Amed’de, Sûr’da hemen her ailenin ödediği bedeller, boşuna değil.

Dolaştığımız sokaklarda, gittiğimiz evlerde herkes ağız birliği etmişçesine “Bitsin bu savaş artık” derken, yine o herkes “Ama özgürlük ile bitsin” diyor. Kıvılcımın çoktandır düştüğü bu topraklar, ya özgürlük ya da özgürlük diyor.

 

Aslı Ceren Aslan

Özgür Gelecek muhabiri

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu