GüncelMakaleler

ANALİZ | T“K”P’nin Sosyal Şovenizmi ve Düzen Bekçiliği!

"Kapitalizmin kendi üretim ilişkilerini dünyaya zor, kan ve savaşlarla dayattığı, egemen kıldığı bir dönemde ve Ekim Devrimi’yle birlikte hepten gericileşmiş, ilerici hiçbir misyonu kalmamış bir burjuvazi için tüm bunlar normaldir"

Amed’in kayyum belediyesi, Silvan-Elazığ karayolunda yeni yapılan bir bulvar adının Şeyh Sait Bulvarı olacağını açıkladı.

Elbette ki bu karar, kayyum belediyenin Şeyh Said’i sevdiğinden, mücadelesini desteklediğinden ya da İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanarak katledilmesini haksız bulduğundan değil, belediye seçimleri öncesi Şeyh Said’in toplum içerisinde İslami ve milli etkisini kendi çıkarları doğrultusunda basitçe kullanmak içindi.

Ancak bu hedef bile devletin 100 yıllık kodlarını kimi çevreler üzerinden hortlatmaya yetti. İlk açıklama tahmin edilebileceği üzere ve her zamanki tipikliği ve alışılageldik haliyle TKP’den geldi.

TKP Diyarbakır il örgütü, isim tartışmasına dönük yaptığı açıklamada “AKP’nin kayyum belediyesinin adını vermeyi düşündüğü kişiyi yakından tanıyalım. Şeyh Sait, Cumhuriyet’e karşı saltanatı, Laikliğe karşı hilafeti savunmuş, bu nedenle de ‘isyan’ etmiştir. Şeyh Sait, Kürtler adına değil halifelik adına, yurttan kovulmuş saray adına, Vahdettin adına, İngiliz emperyalizmi yararına ‘isyan’ etmiş bir figürdür. Bugün AKP’li kayyumun yeni yapılacak olan yola Şeyh Sait’in ismini vermesi AKP’nin gerici ve Cumhuriyet düşmanı karakterini gözler önüne sermektedir” dedi.

TKP yaptığı bu açıklamayla doğal olarak faşist parti ve onların sözcüleriyle yan yana geldi.

TKP, “Milli Mücadele”ye katılmak için Anadolu’ya gelen kurucu önder kadrolarını, Kemalistlerin komplosuyla Karadeniz’de katliamla yitirdikten hemen sonra Türk hakim sınıflarına “ideolojik” olarak bağlanmış ve onların sınıf çıkarlarına hizmet eder hale gelmiş bir parti olmuştur. Daha TC devleti kurulurken önce İttihatçıların gerici kadrolarının daha sonra da bu kadroların kurduğu sözde Cumhuriyet’in yaptığı her türlü soykırım ve katliam karşısında çeşitli söylemlerle sermayenin arkasına geçmeyi bilmiştir.

Yalnızca bugün değil Şeyh Sait İsyanı’na ve onun da desteklediği Azadi örgütüne karşı kanlı, imhacı saldırılar başlatıldığı andan itibaren İstiklal Mahkemeleri’nde halka gözdağı vermek için asılan onlarca insanın yanında değil İstiklal Mahkemeleri’ni kuran ve halka büyük bir sessizliği, sindirilmişliği dayatan egemenlerin yanında yer almıştır.

Direniş başladıktan iki hafta sonra (26 Şubat 1925) TKP’nin yayın organı Orak-Çekiç gazetesindeki tavır şudur:

“İrticanın başında Şeyh Said var. İrticaya karşı mücadelede halkımız hükümetle beraberdir. Kahrolsun irtica! Ankara Büyük Millet Meclisinde müfrit solun tırnakları, kafasını kurun-u vustaya dolamış olan yobazların, gericilerin gırtlağına yapıştı. Mürtecilerin, yobazların sarıkları, kendilerine kefen olacak! Yobazlarıyla, şeyhleriyle, halifeleriyle, sultanlarıyla, kahrolsun irtica ve derebeylik!”

Kısa bir süre önce kendi kurucu önder kadroları “Ankara Büyük Millet Meclisi” tarafından “Milli Mücadele”ye katılmaları için davet edilen ve bir komployla alçakça katledilen “komünist”lerin ezilen ulusun isyanı karşısında “ilericilik” adına komprador burjuvazinin ve büyük toprak ağalarının iktidarının yanında saf tutmalarının ibretlik ifadesi olan bu satırlar, dönemin komünist hareketinin Kemalist hareketinin sınıfsal niteliğini hatalı değerlendirmelerinden kaynaklıdır.

 Kemalist hareket, demokratik devrim ihtimaline karşı gelişmiştir!

Dönemin TKP’sinin şimdinin kendini “laikliğin yılmaz savunucusu” (ki bu da sorunludur) ilan eden “komünist”lerin, Şeyh Said’le anılan Kürt ulusal isyanı karşısındaki tutumlarını haklı göstermek için başvurdukları bir diğer söylem ise isyanı arkasında “İngiliz parmağı olduğu” iddiasıdır. “İngiliz emperyalizminin parmağı” safsatasıyla, ezen ulus burjuvazinin her türlü sınıfsal çıkarına hizmet etmenin arkasında ne yatmaktadır?

TKP, Marksizm adına içinde ezilenler için sınıf düşmanlığını ve bilincini doğuracak olan bilinen her türlü gerçeği ustaca çarpıtma görevini üstlenmiştir.

TKP, yalnızca ulusal soruna dair yaklaşımıyla ezilenler arasında şovenizmi yayarak değil bu yolla Türkiye’deki hakim sınıfların sınıf gerçekliğini ustaca örtbas edip onları temize çekerek, “cumhuriyet” ve “laiklik” gibi kavramların arkasına sığınarak, halka kanlı bir diktatörlük dayatan sermayenin gerçek yüzünü ve niteliğini saklamaktadır.

Kapitalizmin ilk geliştiği ülkelerde, feodalizm ve kalıntıları, derebeyler burjuvazinin düşmanıydı. Kapitalizmin geliştiği Avrupa ülkelerinde burjuvazinin feodalizme olan düşmanlığı soyut değil, kendi iktisadi varlığı kendi üretim ilişkilerinin gelişip hüküm sürmesi için ezilenlere karşı aslında aynı kampta yer aldığı feodalizmin yok edilmesi gerekiyordu. Bunun için burjuvazi feodalizme karşı kendi başlattığı savaşı değil halkların başlatmış olduğu savaşla tetiklenip cesaretlenerek, savaşın geri cephesinden takip ettiği mücadelenin kazananı oldu. Kanlı geçen bu savaşların ardından da vergilendirme sistemleri ve özel yasalarla burjuvazi, derebeylerin torunlarına dahi yaşam hakkı sunmadı, onların geçmişte halkı soyarak mülk edindikleri malları bu sefer kendisi mülk edindi. Günümüz tabiriyle burjuvazi feodallerin mallarına “çöktü.”

Ancak Türkiye’de durum hiç de böyle gelişmedi. Kemalist iktidar, TKP ya da Kemalizm’i ilerici hatta devrimci sanan birçok kurum tarafından iddia edilenin aksine feodalizme karşı savaş açmadı, bunları tasfiye etmedi. Adları sıkça anılan Cumhuriyet ya da laiklik eski dünyanın temsilcilerine karşı değil onlarla kol kola, onların da çıkarları doğrultusunda ilan edildi. Meclis mollalarla, şeyhlerle doldurulurken, çıkartılan yasalar, girişilen işkolları, sermayenin atılımları hep bir avuç azınlığın içerisinde yer alan feodalin temsilcisi sınıfların da çıkarlarına uygun dizayn edildi.

Bu açıdan eski dünya ve onun temsilcisi sınırlar Kemalizm’in, TC’nin düşmanı değil ittifakıdır. Hatta daha doğru bir tabirle Kemalist iktidar zaten şeyhlerin, mollaların, ağaların beylerle kaynaşmasının iktidarıdır. Kemalizm’in sınıf düşmanlığı bir bütün şeyhlere, mollalara, ağalara karşı değil bunların toplumun devrimci dinamiğiyle bağı olanlarına yönelik gelişmiştir.

“Kahrolsun derebeylik” peki yaşayacak olan ne?

Kendini komünist sananların anlayacağı dilde tarihsel materyalist bakış açısıyla değil aydınlanmacı bir yaklaşımla bile değerlendirdiğimizde Osmanlı bakiyesi üzerine yeni bir devlet kuranlar burjuva demokratik devrim gerçekleştirmemişlerdi. Hatta Kemalist iktidar, bir demokratik devrim ihtimaline karşı dönemin emperyalistleriyle işbirliği içinde gelişti.

Bu olgu beraberinde Kemalist iktidarın komprador burjuvazi ve büyük toprak ağalarının temsilcisi olarak kendi iktidarına karşı gelişen her hareketi kanlı bir şekilde ezmesini getirdi. Sadece Kürt isyanını değil “Takrir-i Sükun”la bütün muhalefetini ezildiği, faşist diktatörlüğün tesis edildiği bilinmektedir. Sermayenin düşmanlık güttüğü, savaş ilan ettikleri ise kurucu ideolojinin ne nedenle olursa olsun Şeyh Sait gibi Seyit Rıza gibi karşısında yer alanlarına oldu.

Kapitalizmin kendi üretim ilişkilerini dünyaya zor, kan ve savaşlarla dayattığı, egemen kıldığı bir dönemde ve Ekim Devrimi’yle birlikte hepten gericileşmiş, ilerici hiçbir misyonu kalmamış bir burjuvazi için tüm bunlar normaldir.

Nitekim Kemalist iktidar, TC’nin kuruluş ve gelişim aşamasındayken ülke içerisinde olduğu gibi uluslararası alanda da en gerici olanla ittifaklar kurmuş; I. Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesi Alman, savaş sonrasında ise İngiliz ve Fransız emperyalizmiyle işbirliğine girişmiştir. Yani cumhuriyetçi ve laik diye anılan Türk devleti, başından sonuna kadar ülke içerisinde en gerici olan kampların; komprador burjuvazi, ağaların, şeyhlerin ve mollaların iktidarı olmuştur. Bu nedenle onun yaptığı bir katliam eski dünyaya karşıymış gibi gösterilemez.

Türk devleti emperyalist-kapitalist sistemin bir parçası olarak emperyalist devletlerle işbirliği halindedir. Bu işbirliği, soyut ya da bir ihtimal de değildir. Bu nedenle devlet dışında başka bir gücün emperyalizmle işbirliği yapması ihtimali ve iddiası (ki bunun doğru olmadığı açığa çıkmıştır) üzerinden hakim sınıfların katliamları aklanmaya, hakları için mücadele eden ezilenler haksızmış gibi gösterilmeye çalışılamaz. Ancak TKP ve onun gibi hakim ulus burjuvazisi gözünden bakmaya alışmış partilerin, feodal kalıntılara karşı tutumu, kitlelerin ilerici taleplerinin bir parçası olan şeyhlerin karşısında devlet ve hakim ulus ile kaynaşmış şeyhler ve ağalardan yanadır.

Bu aydınlanmacı bir bakış açısıdır ve kesinlikle tarihsel materyalist değildir. Bunların emperyalizme karşı tutumu ezilen ulusların, ezilen ulus burjuvazisinin emperyalizmle olan işbirliği ihtimaline karşı ezen ulus burjuvazisinin emperyalizm ile somut, süren işbirliğinden yanadır.

Onların bu konumu, geçmişten gelen ve yeni gelişen her türlü sınıfsal ve ulusal sorunda kendi saflarını egemenlerin saflarında bulmalarına vesile olmaktadır.

Bugünden 100 yıllık diktatörlük geçmişine kadar hakim sınıfların hangi kampı olursa olsun, onların arkasına sığınılarak sınıf mücadelesi, emperyalizm karşıtlığı geliştirilemez. Böyle yapanlar, halkın her türlü katliamını kanla bastırma yolunu tutanlarda ilerici-devrimci nüve bulanlar; her ne kadar “kahrolsun derebeylik” dese de yaşatacağı faşist diktatörlüktür!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu