Makaleler

“Çözüm süreci”nde sermayenin Kürdistan’da “uçma” hayalleri

Türkiye’de açlığın, yoksulluğun, işsizliğin en yoğun olduğu, halkın eğitim, sağlık, alt yapı hizmetleri gibi bir dizi kamu hizmetlerine ulaşım olanaklarının en geri olduğu bölgelerin başında, T. Kürdistanı geliyor. Bu geri oluşta kuşkusuz ki ülkenin yarı-sömürge, yarı-feodal yapısındaki eşitsiz gelişim durumundan, bölgedeki köylerin yakılıp yıkılmasına, köylülerin zorunlu göçle köyünden, yurdundan koparılıp, temel geçim kaynağı olan tarım ve hayvancılığın öldürülmesine, bölgenin devlet eliyle bilinçli olarak geri bırakılmasına, bölgeye yatırım yapıp işçiye, köylüye, üreticiye teşvik destek vb. yerine savaşa yatırım yapılmasına, sermaye sahiplerinin ve toprak ağalarına “destek”, “teşvik” vb. yapılmasına kadar bir dizi nedenin etkisi inkar edilemez.

Bölgenin doğal zenginliklerinden, hammadde kaynaklarına, yatırım imkânlarından, yoğun ve genç nüfus yapısına kadar bir dizi özelliği egemenlerin her daim iştahını kabartıyor, ilgisini çekiyor. Ancak buna rağmen istikrarsızlıktan, kavga ve gürültüden korkan sermaye sahiplerinin; Kürt Ulusal Hareketi’nin bölgede yürüttüğü ulusal kurtuluş mücadelesi ve savaştan dolayı, buralara istedikleri gibi “yatırım” yapıp halkı gönüllerince sömüremediği de bir gerçek.

2012’nin sonlarında itibaren PKK ile devlet arasında (yeniden) başlayan görüşme, müzakere ve “çözüm” süreciyle birlikte PKK’nin ateşkes ilan edip, silahlı güçlerini sınır dışına çekmeye başlamış olması komprador sermayenin gözünü bir kez daha T. Kürdistanı’na dikmesini getirdi. Devlet desteğini de arkasına alarak ilk adım olarak bölgede propaganda amaçlı “gezi” ve “toplantılar” yapmaya başladılar.

İlk olarak 20 Haziran’da Amed’de Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın başkanlığında TOBB, TİM, MÜSİAD, TÜSİAD, TÜMSİAD, ASKON, TUSKON, TİKAD, TÜR-KONFED, TÜGİAD, TÜGİK gibi Türkiye’deki tüm sermaye çevrelerinin başkanlarının da katıldığı bir toplantı ile 2012’de devletin açıkladığı “Teşvik Paketinin” bir yıllık sonuçları özellikle T. Kürdistanı illerini kapsayan 6. bölge teşviklerine yapılan başvurular değerlendirildi.

Bir diğer toplantıyı ise TÜSİAD üyesi patronların 25 Haziran’da Cizre’ye “Doğu ve Güneydoğu ekonomi ve kalkınma zirvesi: Cizre Buluşması” adıyla yaptığı çıkarma oluşturuyor. Bu toplantı ve gezilerin benzerlerini eminiz ki önümüzdeki süreçlerde de göreceğiz. Etki ve sonuçlarını ise atılacak somut adımlar üzerinden takip edeceğiz.

Biliyoruz ki genel olarak komprador burjuvazi ve toprak ağaları sınıfının istek ve ihtiyaçlarına paralel sermayenin önündeki tümsekleri kaldırmaya, zemini düzleştirmeyle görevli olan devlet, dönem dönem sermayenin yükünü hafifletecek “teşvik”, “destek” vb. tedbirler almakta. Bunlardan birisi de devletin 2012’de uygulamaya koyduğu ülkeyi 6 bölgeye bölen ve bölgelere göre patrona; vergi indiriminden, prim patron desteğine, faiz desteğine, yatırım yeri tahsisi, gelir vergisi, prim işçi hissesinin karşılanarak desteklenmesi gibi uygulamaları da içeren “Teşvik Paketi” oldu. Bu yeni “teşvik paketi” ile en fazla “destek” alan bölgelerden birisi de 6. bölge!

PKK’nin girmiş olduğu çatışmasızlık sürecinin de etkisiyle bölgede önceki dönem 2,2 milyon lira olan sabit yatırımın yeni dönemde (Haziran 2012-Haziran 2013 arası kastediliyor) 4 kat artarak 8,2 milyon liraya çıktığını belirtiyor Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan. Fırsatı kaçırmak istemeyen sermaye çevreleri ise yapılan teşvik süresinin bir yıl daha uzatılmasını istiyor.

 

Kürt halkını bekleyen dizginsiz sömürü, talan

Emperyalizm daha fazla sömürü ve kâr için özelleştirme, esnek üretim ve taşeronlaşmaya dayanan, neo-liberal sistemin en çok sevdiği, ucuz işgücü cenneti ülkelerden olan Türkiye’de genç nüfusun, işsizliğin ve güvencesiz emeğin en yoğun olduğu bölgelerden birisi T. Kürdistanı. TÜİK’in nüfus ve aile araştırması verilerine bakıldığında da görüleceği üzere Türkiye genelinde yaş ortalaması 30’u geçmiş olmasına rağmen; T. Kürdistanı bölgesinde yaş ortalamasının 20’lerde olduğunu görüyoruz. Bu da bölgenin sermaye için ilgi kaynağı olmasının nedenlerinden birisini oluşturuyor.

Egemenler bölgenin ucuz işgücü potansiyelinden kaynaklı buraları Türkiye’nin “Çin’i” haline getirmek istiyor. Devletin “Ulusal İstihdam Stratejisi” adıyla bir an önce yasalaştırarak hayata geçirmek ve uygulamayı hızlandırmak istediği, kıdem tazminatının kaldırılması, kiralık işçi bürolarının yasalaştırılıp yaygınlaştırılması ve bölgesel asgari ücretin yaşama geçirilmesi gibi düzenlemeler ve taşeron sistemin daha da yaygın hala getirilmesi ise komprador sermayenin en büyük umudu.

Komprador sermaye bu süreç sayesinde bölgeye daha rahat girerek, ya da varlığını güçlendirerek kayıt dışı taşeron, esnek ve enformel üretimi ve çalışma koşullarını yaşama geçirerek ve çalışanlar iş güvenliğinden ve iş güvencesinden yoksun, parça başı, yarım zamanlı vb. işlerde, kölelik koşullarında çalıştırarak kuralsız bir sömürü yaşama geçirecek.

Zaten bugün birçok alanda uygulanıyor olan ve kuralsız/dizginsiz sömürüyü yaşama geçiren taşeron, esnek, güvencesiz ve enformel çalışma biçimleri işçi, emekçi halkımızın yaşamında hâkim hale getirilirken, meclisten de ardı arkası kesilmeyen torba yasalar geçiriliyor. İçinde de işçi-emekçilerin aleyhine bir dizi düzenlemeler yasalaştırılıyor. Halkın kazanılmış hakları da parça parça gasp ediliyor. Örgütlülükleri tasfiye edilmeye çalışılarak yaşam koşulları ağırlaştırılmış oluyor.

Tüm bu saldırılara “Ulusal İstihdam Stratejisi”nin yasalaşıp eklenmesiyle birlikte sömürünün daha da katmerleşeceği açık. Sadece bölgesel asgari ücret uygulamasını düşündüğümüzde bunun yasalaşması durumunda, zaten açlık sınırının altında olan asgari ücret, başta T. Kürdistanı olmak üzere “asgari geçim gideri aynı değil” gerekçesiyle sürekli aşağı çekilecek. Böylece bölgeler arasındaki gelir dağılımı uçurumu daha da büyüyecek. Aynı işi yaptığı halde bölgedeki asgari ücretli batıdaki asgari ücretlinin belki de yarısını bile alamayacak. Bu da kendisinin açlık ve sefaleti olurken, bölgedeki kayıt dışı, sigortasız ve asgari ücretin altında çalıştırılanlar açısından da boğaz tokluğuna çalıştırılmaları anlamına gelecek. Yine batıdaki işçi, emekçilerin ücretlerinin aşağı çekilmesinde ve çalışma koşullarının daha da kötüleştirilmesi için egemenlerin elinde Demokles’in kılıcı gibi sallanabilecek bölgesel asgari ücret silahı.

Elbette bu saldırıların daha fazla yaşam bulabilmesi için, egemenler düşünmeyen, sorgulamayan, hak aramayan bireyler istiyor. Ve bunun için sadece siyasi, ekonomik etkinliklerle yetinmiyor. Bölgeyi ve insanlarını kültürel, ahlaki, sosyolojik yönlerden de çürütmek, yozlaştırmak istiyor. Ve “yatırım”, “turizmi geliştirmek” vb. adı altında kültürel dejenerasyon yaratıyor. Bölgede bar, pavyon vb. açılıyor, uyuşturucu ve fuhuş devlet korumasında gerçekleştiriliyor.

Biliyoruz ki bu sürecin en büyük mağduru ise ücretsiz ve ucuz işgüçleri ile yine kadın ve çocuklar olacak. Normal durumda, bölgede çalışan işçi ve emekçilerin önemli bir bölümünün asgari ücretin altında, güvencesiz, insani olmayan koşullarda, yoğun sömürü altında çalıştıklarını göz önünde bulundurursak, kadın ve çocukların kuralsız sömürünün en katmerlisine maruz kalacağı/kaldığı ortada, emeği en değersiz görülenler olarak. Bölgeye yapılan sözde “yatırım”lardan ataerkil değer yargıları ve feodal baskı altında evin içine hapsedilen kadının payına düşecek olan; bir tarafta ev içi ücretsiz emeğin sömürülmesi iken diğer tarafta da ucuz, kayıt dışı, güvencesiz, yarım zamanlı, ev eksenli, parça başı, enformel üretim biçimleriyle ücretli emeğinin daha da fazla sömürüsü olacaktır.

Yine kültürel ahlaki yozlaşma ve dejenerasyon da en fazla kadınları etkileyecek; kadınlara yönelik şiddet, taciz, tecavüz, cinayet, kadın kırımları artacaktır.

Egemenler saldırılarını her ne kadar “yardım”, “kalkınma” vb. söylemler ile gerçekleştiriyor olsalar da, biz sermayenin insan öğüterek kendisini yenilediğini, sömürü sistemlerini ürettiğini biliyoruz. Bugün bölgede yaşama geçirilmesi planlanan tüm bu bütünlüklü saldırıları görmeli, egemenlerin bölgeyi “Türkiye’nin Çin’i” yapma heveslerini kursaklarında bırakmalıyız. Bunun için geniş halk kitleleriyle bütünleşip, onların içinde, onların aydınlatılması ve bu saldırılara karşı direnişlerinin örülmesi sürecinde yan yana olmak zorundayız. Onlarla birlikte, işçi ve emekçilerin, kadınların, gençlerin vd. var olan örgütlülüklerini sağlamlaştırıp yenilerini yaratmak durumundayız.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu