GüncelMakaleler

GÜNDEM | Gezi’yle Yatıp Cumartesi’yle Uyanmak, Ozanyanlaşmak!

Anın bize dayattığı devrimci duruş Nubar Ozanyan yoldaşın duruşudur. Bu duruş ve ileriye sürdüğümüz tez son tahlilde onun şehir düşmesi ile ilgili değildir. 60 yıllık bir ömrün 40 yılını proletarya partisine, örgütlü mücadeleye adamak ve asıl olarak da her daim pratikte devrimci duruş içerisinde olmak, süreci karşılayacak militan ve kadro şekillenişinin izdüşümüdür.

Ülkemizde çelişkilerin ulaştığı aşama, Türk hakim sınıflarının iki kliğinin birbirleriyle yarışırcasına faşizmi tahkim etme çabalarıyla karşılanıyor.

R.T. Erdoğan ve AKP kliği yanına aldığı MHP ile bir yandan “ekonomik savaş” verdiklerini ilan ederken, diğer yandan Malazgirt ovalarında, “zafer” kutlamaları yapıyor. Diğer klik ise “30 Ağustos Zafer Bayramı’nı” ön plana çıkarıyor. (Kendisine komünist diyenden, devrimci ilerici diyenlere kadar bir dizi çevrenin bu kampanyanın arkasında yedeklendiğini de not etmek gerekir.) Bu gelişmeler yaşanırken Ankara kulislerinde “darbe” söylentileri eksilmiyor.

Faşist rejim ne kadar saklamaya çalışırsa çalışsın, ne kadar halkımızın belli bir kesiminin desteğini arkasına alarak gerçeklerin üzerini kapatmaya çalışırsa çalışsın, bir yönetememe krizi içindedir.

Başta ekonomik kriz olmak üzere, politik olarak hem bölgesel hem de kendi içinde çelişkileri yönetebilmek için sürekli bir teyakkuz halindedir. Aslında bu durum R.T. Erdoğan ve AKP’ye özgü bir gerçeklik değildir. TC devletinin üzerinde yükseldiği zemin ve emperyalizme bağımlılığı, diğer bir ifadeyle siyasal, sosyal, ekonomik, askeri vb. Türk hakim sınıflarını ve onların devletini, sürekli bir krizle (ve bu anlamıyla devrimci durumla) karşı karşıya bırakmıştır. Tarihsel gerçekler buna işaret etmektedir.

Ülkemizde faşizmin bir yönetim biçimi olması ve hakim sınıfların gerek kendi içlerindeki dalaş ve gerekse de işçi sınıfı ve halkın mücadelesine yönelik “her on yılda bir askeri darbe” gerçekliği bununla ilintilidir. Hakim sınıflar içinde çelişkil iler keskinleştikçe, ekonomik krizin etkisi arttıkça ve bölgesel olarak başta Suriye savaşı olmak üzere izlediği politikada sıkıştıkça ilk hedef olarak komünist ve devrimci güçler, Kürt Ulusal Hareketi, işçi sınıfının ve halkımızın ekonomik, demokratik, sendikal vb. mücadelesi hedefe konuluyor.

Kürt Ulusal Hareketi’ne ve onun gerilla güçlerine yönelik ülke içinde ve dışında saldırılar sürdürülüyor. Başta Dersim olmak üzere T. Kürdistanı’nda ormanlar yakılmaya, ’90’lı yıllarda olduğu gibi zorla köy boşatmalar devreye sokuluyor. Cumartesi Anneleri’nin/İnsanları’nın eylemleri faşist zorbalıkla yasaklanıyor. Yasaklanma yetmiyor, bu son derece meşru eylem hakim sınıfların sözcülerinin yalanlarına/çarpıtmalarına/iftiralarına maruz bırakılıyor.

Faşist Süleyman Soylu Cumartesi eylemine saldırıyı meşrulaştırmak için bütün faşist kafaların yaptığı gibi lümpenleşmiyor, açıktan yalan söylüyor. Hasan Ocak şahsında onun “TKP/ML tarafından infaz edildiği” yalanına başvuruyor. Gözaltında kaybedilmiş bir devrimci olan Hasan Ocak’ın TKP/ML ile bir bağı olmadığını bile bile bunu yapıyor.

Faşizmin yalan ve çarpıtma üzerine kurulu örgütlenmiş şiddet eylemi olması, onun yalanlarında bu kadar pervasız olmasını doğurmaktadır kuşkusuz. TC devletinin daha kurulurken “anti emperyalizm” yalanı üzerine kurulmuş bir faşist devlet örgütlenmesi olması gerçeğine vakıf olmamız, bizi bu türden manipülasyonlara karşı donanımlı kılıyor.

Bu nedenle şaşırmıyoruz! Ancak yine de niyet okumadan bağımsız olarak düşünülmeden edilmiyor. Bakan Soylu durup dururken üstelik de hiç gündem de değilken neden Proletarya Partisini anma gereği duydu? Allah söyletti gibi idealist bir söylem bizim işimiz olmaz elbette!

Anlaşılan faşist mahfillerde proletarya partisi de dahil olmak üzere, ülkemizde devrimci dinamiklere yönelik yeni bir saldırganlık dalgası hazırlığı yapılıyor. Nitekim Sosyalist Meclisler Federasyonu’ndan devrimcilere yönelik tutuklama saldırısı bu açıklamadan hemen sonra yaşandı. Faşizmin bu saldırganlığının devam edeceğini söylemek gerekir.

Faşizmin yönetememe krizinin yönetme hali budur çünkü! Faşizm korkusunda haklıdır. Haklıdır Cumartesi eylemlerini yasaklamakta! Çünkü bu eylem faşizme karşı son derece meşru bir duruşa işaret etmektedir. Faşizmi en çıplak haliyle teşhir etmektedir.

Ancak yasaklamaları korkularını gidermeyecek, teşhir olmalarını engellemeyecektir. Halkımız her Cumartesi Gezi’lere çıkmaya devam edecektir! Cumartesi ve Gezi bu topraklardaki devrimci direniş dinamiklerinin tek değil ama son yıllarda faşizmi en çok zorlayan, teşhir eden duruşuna işaret ediyor. Bundandır muktedirlerin her fırsatta adlarını anmaları…

Gezi’yle yatıp Cumartesi’yle uyanmaları..

Kızıl Bayrağa Karşı “Kızıl” Bayrak Sallamak!

Hasan Ocak gibi değerli bir devrimci şahsında TKP/ML’ye yönelik bu manipülasyon ve saldırı, son yıllarda faşist mahfillerde, “güvenlik toplantıları”nda Proletarya Partisi’nin gündem olmasından bağımsız değildir elbette. Komünist önder Kaypakkaya tarafından kurulan bu partinin temel teorik tezleri ve devrim için ortaya koyduğu stratejik çizgi, dün olduğu gibi bugün de Türk hakim sınıflarının, onların devletinin ilgisine mazhar oluyor.

Ülkemiz topraklarında silahlı devrim fikri ve pratiğinin tıpkı M. Suphiler döneminde olduğu gibi Karadeniz’in karanlık sularına gömülmesi, Türk hakim sınıflarının en büyük arzusu ve hedefi olmuştur.

1970’li yıllarda işçi sınıfının ve devrimci gençliğin artan kitle mücadelesinin silahlı mücadeleyle birleşmesinin önüne geçmek için bir yandan faşist zoru devreye koyarken, diğer yandan ise hareketin içinde ideolojik olarak kendi ajanlarını örgütlemiştir.

Kaypakkaya’nın Doğu Perinçek önderliğindeki Şafak Revizyonistleriyle tartışması hatırlanırsa ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır. Doğu Perinçek, kitle hareketinin yükseldiği, işçi sınıfı ve köylülüğün eylemlerinin arttığı, öğrenci gençliğin eylemlerinin giderek militanlaştığı ve kitle hareketiyle silahlı devrim fikrinin buluşmaya başladığı kesitte, yaman “Halk Savaşı savunucusu” kesilmiş, devrimci hareketin hakim sınıflara ve onların devletine yönelmesinin içini “kızıl bayrak sallayarak” boşaltmaya çalışmıştır.

Kaypakkaya’yı komünist bir önder olarak ortaya çıkartan, onun gerçeği olgularda araması ve pratikte devrimci duruşu burada devreye girmiştir.

O, döneminde ortaya çıkan ve görünürde daha “sol” olan devrimci örgütlenmeler yerine, daha “sağda” görünen bir örgütlenmede yer almış ancak bu örgütlenmenin de görünürde sol ama özünde sağcı yönünü kısa sürede görmüş ve Şafak Revizyonizminin keskin halk savaşı savunuculuğunun gerçekte neye hizmet ettiğini gözler önüne sermiştir.

Deyim yerindeyse bu sahte Mao’cuların ve yaman Halk Savaşı savunucularının ipliğini pazara çıkarmıştır. Aradan geçen yıllar, toplumsal pratik ve sınıf mücadelesi pratiği Kaypakkaya’yı haklı çıkarmıştır. Bugün de yapılmak istenen budur.

Proleterya Partisi’ne yönelik gerçekleştirilen tasfiyeci darbe, yaman Halk Savaşı savunuculuğu eşliğinde, Proletarya Partisi’ne yönelik bir dizi …izmle yaftalanarak servis edilmektedir.

Bu kara propagandanın kimseye, özellikle de silahlı devrim fikrinde ısrarlı olanlara yarar getirmeyeceği, halk kitlelerinin devrimcilere güvensizliğini daha da büyüteceği ortadadır. Bu durumda gerçekte kaybedenin halk ve devrim güçleri olduğu bilinmelidir.

Şu da bilinmelidir ki; Günümüzde de artan faşist saldırganlık karşısında, somut şartların somut tahlilini yapmayan, kitlelerin içinde bulunduğu durumu hesap etmeyen, TC devletinin ve hakim sınıfların durumunu gözardı eden, emperyalizmin dünya ve bölge politikalarını çözümlemekten aciz, Kürt ulusal sorunu, kadın ve LGBTİ mücadelesi, çevre sorunu, eylem birlikleri vb. gündemlerden uzak bir solculuk ve devrimcilik kaybetmeye mahkumdur. Üstelik bu devrimcilik yani görünürde sol söylemler özünde sağ pratikle halkın mücadelesine zarar verir.

Nitekim bugün olan da budur. Bu açık gerçeklere rağmen yalan ve demagoji üzerine kurulu bir politikada ısrarcı olmak, bir sınıf ideolojisine karşılık gelir ve bunun proleter ideoloji olmadığı açıktır.

Kitlelerin Mücadelesiyle Birleşmek ve Nubarlaşmak!

Tarih elbette tekerrür etmiyor. Proletarya partisinin kendi içinde yaşadığı ve asla tesadüf olmayan son gelişmeler, ülkemizdeki sınıf mücadelesinden bağımsız düşünülemez.

Kuşkusuz proletarya partisi kendi içinde bunun değerlendirmesini yapacak ve gerekli dersleri çıkaracaktır. Ancak kısaca yaşananlardan çıkarılan ders, proletarya partisinin sınıf mücadelesiyle ilişkilenişi, Kaypakkaya yoldaşın gerçeği olgularda arama ve pratikte devrimci duruş ilkesinin yeterince uygulanmamasıdır.

Kitlelerin mücadelesi ve silahlı mücadelenin birleştirilememesi bu sonucun ortaya çıkmasında önemli bir etkendir.

Gezi İsyanı ve bu isyanla güçlerimizin ilişkilenme düzeyi ve sonrasında açığa çıkan enerjinin yeterince örgütlenememesi hatırlanırsa ne demek istediğimiz anlaşılırdır.

Anın bize dayattığı devrimci duruş Nubar Ozanyan yoldaşın duruşudur. Bu duruş ve ileriye sürdüğümüz tez son tahlilde onun şehir düşmesi ile ilgili değildir.

60 yıllık bir ömrün 40 yılını proletarya partisine, örgütlü mücadeleye adamak ve asıl olarak da her daim pratikte devrimci duruş içerisinde olmak, süreci karşılayacak militan ve kadro şekillenişinin izdüşümüdür.

Proletarya partisinin son yaşadığı darbe tasfiyeciliğe yönelik tavrı bizler açısından öğreticidir. Kısa, öz, sade ve nettir!

Tıpkı yaşamı gibi gösterişsiz ancak uzlaşmaz bir tavırdır.

Ozanyanlaşmak, 40 yıllık devrimci pratik içinde uzun süre tek başına kalınsa bile örgütlü mücadeleden, Kaypakkaya çizgisinden kopmamaktır. Ozanyanlaşmak ülkemizde devrimin yolunun silahlı mücadele ile olacağının bilincinde olarak, pratikte buna uygun konumlanmaktır.

Ozanyanlaşmak bir yandan pratikte devrimci olmak diğer yandan ise teoriye gereken önemi vermektir.

Teori ve pratiği, özellikle de Kaypakkaya çizgisini kendi kişisel yaşamında varlaştırmaktır.

Mülkiyet dünyasından, düzenden köklü bir kopuş, devrimciliği nerede olursa olsun kendi kişisel yaşamında yeniden ve yeniden üretmektir. Yaşanan sürecin proletarya partisine verdiği zararı telafi etmek elbette kolay olmayacaktır. Özellikle içinden geçtiğimiz süreçte, düşmanın saldırılarıyla birleşen her türden tasfiyeciliğin aldığı ve alacağı biçimler mutlaka dikkate alınmalıdır. Bu olumsuzluğu gidermenin ve proletarya partisini ilkeleri üzerinde yeniden ayağa dikmenin zaman alacağı kesindir.

Soruna bu bilinç ve beklentiyle yaklaşmak gerekir. Unutmamak gerekir ki ülkemizde komünist hareket ilk kez bu türden saldırılarla karşılaşmıyor. Ancak bilmeliyiz ki ciddi bir tahribat söz konusudur ve bu tahribatın etkilerini gidermek, doğru devrimci şekillenişi ve kişiliği inşa etmek zaman alacaktır. Ancak çaresiz değiliz, ümitsiz hiç değiliz.

Yapmamız gereken açıktır. Proletarya partisini her türlü sağ ve sol tasfiyeciliğe karşı ilkeleri üzerinde ayağa dikmenin yolu; ideolojisine dönmek, örgütsel ilkelerini uygulamak, askeri çizgisini basitten karmaşığa inşa etmek ve politik olarak, kitlelerin mücadelesiyle birleşmektir!

Önümüzde sade ama etkili bir örnek bulunmaktadır. Ozanyanlaşmak bu noktada hedefimiz olmalıdır. “Süreci Ozanyanlaşarak aşacağız” derken kastettiğimiz budur.

Son süreçte Atina’da yürütülen ve başarıyla sonlandırılan kampanyanın açığa çıkarttığı gerçek şudur ki; nerede olursak olalım, hangi alanda faaliyet sürdürürsek sürdürelim, örgütlü devrimcilik, pratikte devrimci duruş ve başaracağımıza inanç kazandırır.

Devrimci yanımız ileriye çıkar. Zaten tam da bu duruş proletarya partisini var eden zemindir.

Darbeci tasfiyecilikle ayrım noktalarımızdan biri de budur. İlkelerimizden taviz vermeden, yeniyle buluşmak, laf değil pratikte devrimci olmak ve en önemlisi de “kişisel” yaşamımızda bunu var etmek, proleter ideolojiyi hakim kılmak olmazsa olmazımızdır.

Dün İbrahim Kaypakkaya’dan Mehmet Demirdağ’da tanık olduğumuz çizgi budur.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu