Kadın

Kadınları isyana teşvik ediyoruz!

Cinsel şiddet; kadına yönelik şiddetin türleri arasında belki de en az konuşulanı olmuştur her daim. Uğradığımız cinsel saldırıları yok saymış, görmezlikten-duymazlıktan-bilmezlikten gelmiş, herkesin kör-sağır-dilsiz kalmasını kanıksamışızdır. “Kadın evinde otursun” denilerek kapatıldığımız o “güven dolu” dört duvar arasında içimizde gizli çığlıklar bırakmıştır bir erkeğin elleri… İstemediğimiz cinsel ilişkilere, “kadının görevi” denilip zorlandığımıza o hiçleşme duygusunu bastırmak için kaç çığlığı yutmuşuzdur da; “kan kusup, kızılcık şerbeti içtim” demişizdir.

Ardında kırık bir onur, yarım kalmış düşler, sonsuz utanç duygusu ve yoğun bir “kirletilmişlik” hissi bırakan taciz, tecavüz, istismar gibi cinsel saldırıların isimlerini kullanmak bile ağır gelirken; bu yaşanmışlıklara isyanımızı örgütleyerek alanlara çıkma zamanı geldiğini haykırıyoruz. Ancak şunu da biliyoruz ki; bilincimizle, düşüncelerimizle, yaratıcılığımızla, emeğimizle, bedenimizle ve her türlü kimliğimizle var olduğumuzu yüksek sesle söyleyebilmenin mücadelesinde de karşımıza çıkan yine erkek egemen düzenin cinsel saldırıları olmuştur ve de olacaktır.

Çünkü bizi eve hapsedebilmenin planlarını yapan erkek egemen sömürücü sistem, bizi en kolay cinsel kimliğimizden yaralayabileceğini düşünüyor. “3-5 çocuk yapın” diye “tavsiyelerde” bulunuyor, kürtajı yasaklıyor, “çocuk teşviki” ile kadını çalışma yaşamının dışına itmeye ve eve bağlamaya çalışıyor, yarı-zamanlı esnek çalışmayı kadın için allayıp pulluyor ve cehennemin yolunu “iyi niyet taşları” ile döşüyorlar. Diğer yandan tecavüzcüleri, tacizcileri koruyup kolluyor; polisi, askeri, jandarması, gardiyanı, karakolu, adliyesi, hapishanesi ile taciz ve tecavüzü yeniden ve yeniden üretiyorlar.

Erkek egemen devletin, erkek egemen militarist örgütlenmelerinin; örgütlenen, kendi yaşamı için kendisi karar alma cesareti gösteren politik kadınlara yönelik yaklaşımı hep bu anlayış üzerinden oldu. Ama söz konusu politik kadınlar da olsa cinsel işkencenin dillendirilmesi ilk başlarda kolay olmadı. Ama kadınlar susmadılar. Konuştular. Anlattılar. Devlet susturmaya çalıştı ama başaramadı.

Bugün de 27 Mayıs’ta Taksim’deki rant ve talan projesine karşı başlayan ve kadınların en önde yer aldığı bir ayaklanmaya dönüşen Gezi İsyanı sürecinde hep birlikte gördük ki, devlet hala “akıllanmamış” ve hala ayaklanmaya katılan kadınlardan intikamını kadın bedenine yönelik saldırı ve tehditlerle almaya çalışıyor. Gezi İsyanı sırasında bir bütün bu faşist düzene isyan edenlere karşı terör uygulayan devlet, kadınların ve LGBT bireylerin bu isyanın önünde ve militanca yer almalarından oldukça rahatsız olmuştu. On binlerce insanı resmi ve gayri resmi biçimlerde işkence ile gözaltına alan devlet, kadınlara ise “pozitif ayrımcılık” uygulamış ve kadına tüm bunların yanı sıra cinsel işkence de yapmıştır. YDK’lı Elif Kaya, Halkevi üyesi Eylem Karadağ ve direnişçi Ezgi Özen bu saldırıya uğrayan kadınlardan yalnızca bir kısmıdır.

Erkek egemenliğinin devlet eliyle gerçekleşen cinsel saldırıları; artık eskisi gibi yaşamak istemeyen, eve dönmeyeceğini haykıran, eve dönse de bir kulağı dışarıdaki ayaklanma sesine kabartan milyonlarca kadının gözünü korkutmak için devam edecek. Keza Gezi İsyanı’nın önemli merkezlerinden olan İstanbul-Gülsuyu ve Ankara-Tuzluçayır’da kurulan karakolların-polis yığınağının misyonlarından birinin de bu olduğu açıktır.

Tüm bunlara karşın yaklaşan bu 25 Kasım’da, erkek egemen devlet kaynaklı cinsel şiddete karşı Gezi İsyanı’ndan aldığımız deneyimi büyütüp, erkek devletin cinsel saldırganlığına karşı insanca ve de kadınca yaşamanın mücadelesinde, kadın dayanışmasını büyütmek için buluşalım! Bizi de yargılayacaklarsa da varsın “kadını isyana teşvik”ten yargılasınlar. Suç da olsa en azından devletin resmi belgelerinde kadın da “adamdan sayılır” ve kadın kelimesi kendine bir yer açar. Ne dersiniz! Bu teşvike var mısınız?

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu