GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | “Ölüme de Sıtmaya da” Mecbur Değiliz; Biz Değiştireceğiz!

"Depremin yarattığı yıkımın ancak ezilenlerin örgütlü mücadelesiyle kaldırılabileceğini, yıkımın yaralarının gerçek anlamda halkın birleşik mücadelesiyle sarılabileceğini anlatmalıyız"

Depremler ve sonrasında seçim, Türkiye gündemini önemli oranda değiştirmiş bulunuyor. Bu sırada dünyada Rusya’nın Ukrayna işgalinin üzerinden bir yıl geçmişken saflar daha da netleşiyor. Çin emperyalizminin Rusya’yla yakınlaşması, emperyalistler arasındaki saflaşmanın geldiği aşamayı gösterirken, Çin lideri Şi Cinping’in Moskova ziyareti ve Rusya lideri V.Putin’le aralarında “karşılıklı ortaklık ve stratejik işbirliği ilişkilerinin derinleştirilmesine dair açıklama” ile “2030’a kadar Rusya-Çin iktisadi işbirliğinin temel istikametlerinin geliştirilmesi planı üzerine ortak açıklama” olmak üzere 12 anlaşmanın olması, önümüzdeki süreçte emperyalist bloklaşmaya dair önemli ipuçları vermektedir.

ABD emperyalizminin Ukrayna savaşıyla Rusya emperyalizmi, Tayvan meselesiyle Çin emperyalizmini çevreleme siyaseti rakip emperyalist güçlerin de kendi aralarında işbirliğini ilerletmesine neden oluyor. Bu gelişmeler önümüzdeki yıllarda emperyalist güçlerin “vekil güçler” değil de doğrudan kendilerinin taraf olacağı çatışma riskini barındırdığı için dünya halklarının geleceğini de doğrudan ilgilendiriyor.

Bu gelişmelere paralel, emperyalist kapitalist merkezlerde birbiri ardına banka iflaslarının yaşanması, emperyalist kapitalizmin krizinin geldiği aşamayı gösteriyor. İki ABD bankasının batmasının ardından İsviçre’nin en büyük bankalarından biri iflas noktasına geliyor. İsviçre bankasının kurtarılması için İsviçre Hükümeti devreye girerken kapitalizmin “serbest piyasa” söyleminin büyük bir yalan olduğu bir kez daha açığa çıkıyor. Sadece ABD ve İsviçre’de değil, bütün emperyalist ülkelerde banka iflasları bekleniyor. Bu durum önümüzdeki süreçte kapitalist sistemin ekonomik krizinin daha da keskinleşeceğine işaret ediyor.

Banka iflaslarının da somut olarak işaret ettiği üzere emperyalist sistemin ekonomik krizine paralel, emperyalistler arasında çelişkiler daha da keskinleşiyor. “Eski” emperyalistlere karşı, “genç” emperyalistler pazarlardan daha fazla pay istelerken, olası bir savaş durumuna hazırlık için işbirliklerini daha da artırıyorlar.

Sistemin içinde bulunduğu krizin etkilerine karşı dünya halkları da tepkisiz kalmıyor. İsrail’den, Güney Amerika ülkelerine kitle gösterilerinin yanına, İngiltere ve Almanya’da genel grevler ekleniyor. Fransa halkı kendisine dayatılan “mezarda emekliliğe” karşı “Fransızca konuşuyor.” Dünya halklarının kitlesel bir biçimde hareketli olması, her ülkenin kendi gündemine ait görünse bile temelde, emperyalist-kapitalist sistemin içinde bulunduğu krizin ötelenmesi nedeniyle yürürlüğe konulan politikalara karşı isyan ve tepkisinin somut ürünü olarak şekilleniyor.

 

Kritik olan seçimler değil ezilenlerin direnişidir!

Dünya çapında özetlediğimiz bu gelişmeler yaşanırken, Türkiye halkı depremler sonrasında seçim gündemiyle meşgul ediliyor. 6 Şubat depremlerinde yüzbinlerce insanın göz göre göre katledilmesinin üzerinden fazla bir zaman geçmeden, gündem değiştirilmiş ve yaygın biçimde seçimler tartışılır olmuştur. Kuşkusuz depremler yarattığı sonuçlar itibariyle uzun süre halkın gündeminde olmaya devam edecektir. Hakim sınıflar ise halkın yaşadığı bu kayıpları kendi sınıfsal çıkarları açısından politik ranta tahvil edeceklerdir. Nitekim daha şimdiden hakim sınıfların her renkten temsilcisi partilerin propagandasında depremler, halkın çıkarları ve sorunlarını çözmek açısından değil, kendi iktidar mücadelelerinde kitle desteği sağlamak için kullanılmaktadır.

İktidarı ve muhalefetiyle her burjuva parti, depremlerle yıkılan bölgelerde “inşa”dan bahsetmekte, ortaya çıkan rant ve yağma fırsatı için ellerini ovuşturmaktadırlar. Gündemde, devrimciler dışında yaşanan bu katliamın sorumlularından hesap sorma iradesi ve söylemi yoktur. Depremler nedeniyle ortaya çıkan devlet gerçekliği ve halkın devletin işlevi ve rolünü sorgulaması, hızlı bir biçimde seçim gündemiyle örtbas edilmeye çalışılmaktadır.

Depremler ve seçim, iki ana gündemi oluşturmaktadır. Özellikle deprem bölgelerinde 2 milyonun üzerinde halk çadırlarda yaşarken ve en temel insani ihtiyaçlarından mahrum bırakılmışken, yangından mal kaçırırcasına “seçim” kararı alınmasının üzerinde düşünmek gerekiyor. Seçimlerin öngörüldüğü tarihte değil de “yenilenme” kararıyla erkene alınmasının arkasındaki nedenin depremlerle birlikte halkın “devlet nerede?” sorusunu yükseltmesinden kaynaklı olduğu görülmektedir. Depremlerle birlikte halkın devletin gerçek yüzünü kendi pratiğiyle deneyimlediği ve dahası devletle halk çelişkisinin arttığı bir durumda, hakim sınıflar bu çelişkinin keskinleşmesi nedeniyle olası bir yol kazasına izin vermemek için sandık ve seçim “çözüm” olarak sunulmaktadır.

Seçimler meselesinde bu olgunun net olarak anlaşılması gerekir. “Kritik seçim”, “çıkıştan önce son viraj” olarak ifade edilen seçimler, gerçekte toplamda hakim sınıfların birbirleriyle dalaşını ifade etmesi yanında, gerçekte halkın düzenden ve hakim sınıfların devletinden kopuşunun nüvelerini taşıyor. Halkın depremlerde enkaz altında kalması ve yardımına devletin değil de devrimcilerin koşmasının ortaya çıkardığı deneyimin ve bunu gözlemleyen geniş kitlelerin, kendi kaderini eline alması tehlikesi karşısında seçim bir “yangın söndürücü” olarak devreye sokuluyor.

Bu anlamda kritik ve belirleyici olan seçim değil halkın sürekli direnişidir!

 

EÖİ’nin Aday Çıkarmaması Yanlıştır!

14 Mayıs’ta AKP-MHP iktidarına karşı muhalefetteki burjuva kliğinin adayının faşist CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu olarak belirlenmesiyle birlikte, özellikle iktidarı ve muhalefetiyle hakim sınıf kliklerini temsil eden partilerin “ittifak”ları netleşiyor.

Her klik kendini güçlendirmek için burjuva siyaset meydanında “kıyada köşede kalmış” partileri kendi ittifaklarına dahil ediyor. Örneğin AKP-MHP iktidarı bir dönem faşizmin tetikçisi ve halka karşı saldırıda kullanışlı bir aparat olarak kullanılan Hizbulkontra’yı ittifakına dahil ediyor. Muhalefetteki burjuva kliği ise her türden gerici, faşist parti ve çevreyle ittifaka girerken, soldan da kendisine destek istiyor. Bunun için görüşmeler yapılıyor. Burjuva siyaseti bütün faydacılığı ve ilkesizliğiyle arz-ı endam ediyor.

Halk ve halkın çıkarları açısından, halk saflarında yer alan ana gövdesini HDP’nin oluşturduğu Emek Ve Özgürlük İttifakı (EÖİ) 14 Mayıs seçimlerinde Cumhurbaşkanı adayı çıkarmayacağını açıklamış bulunuyor. EÖİ’nın ve esas olarak da HDP’nin açıklamış olduğu “aday çıkarmama” kararı elbette düzen siyaseti içinde mücadele eden ve “iktidarı hedefleyen” bir parti açısından düşünüldüğünde siyaseten doğru değildir. Aday çıkarmama tavrı düzen içi siyaset açısından kendi içinde bir iddiasızlık anlamına da gelmektedir.

Bu anlamıyla HDP’nin “üçüncü yol” olarak tanımladığı politik söyleminden de geri adım attığı görülmektedir. İttifak sözcülerinin açıklamalarından “aday çıkarmama” tavrının taktik bir tavır olduğu ve üstü örtülü olarak muhalefetteki burjuva kliğin adayı olan Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklenmesinin işaret edildiği anlaşılmaktadır. AKP-MHP faşist iktidarına karşı bir başka faşist ittifakın örtülü de olsa desteklenmesi yaklaşımı yeni değil.

Hatırlanırsa HDP yerel seçimlerde de “bağrına taş basarak” bu ittifakın belediye başkanı adaylarını desteklemişti. Yerel seçimlerde özellikle büyük şehirlerde Millet İttifakı adaylarının kazanmasında HDP’nin bu taktiği belirleyici olmuştur. HDP şimdi Başkanlık seçimlerinde aynı taktiği izlemekte ve “Erdoğan’ı devirmek” için muhalefetteki burjuva kliğin adayına örtülü de olsa destek çağrısında bulunmaktadır.

Türkiye siyaseti açısından değerlendirildiğinde halkın faşist iktidara yönelik öfke ve tepkisinin bir başka faşist ittifakın arkasında yedeklenmesi olgusu elbette yeni değil. Örneğin TC faşizmi “çok partili rejime” geçtikten sonra 14 Mayıs 1950 seçimlerinde, komprador burjuva ve toprak ağalarının Kemalist İsmet İnönü-CHP faşist iktidarına karşı, dönemin Türkiye “Komünist” Partisi’nin yurtdışında Türkçe yayın yapan Bizim Radyosu’nda seçimlerde İ.İnönü liderliğindeki CHP’ye oy verilmemesi yönündeki çağrı yaptığı bilinmektedir.

Bu seçimleri “Milli Şef” İ.İnönü faşist Kemalist diktatörlüğüne karşı, komprador burjuva toprak ağalarının bir başka faşist kliği Adnan Menderes liderliğindeki Demokrat Parti (DP) açık ara kazanmıştır. TC rejimi, DP aracılığıyla halk kitlelerinin “milli şef” iktidarına karşı birikmiş öfkesini kendi gerici programı doğrultusunda soğurmayı başarmıştır. DP hükümet olduktan kısa bir süre sonra ise ilk hedef olarak “sol”u ezmeye yönelmiş ve 1951 tevkifatı ile T“K”P’ye tarihindeki en ağır darbelerden birini indirmiştir.

Türk hakim sınıflarının kendi iktidar mücadelelerinde halk saflarında olan partileri kendi arkalarına yedekleme politikası sonraki yıllarda da sürdürülmüştür. Sol ve ilerici güçlerin, 12 Mart faşist cuntasında kurtulmak için 1973 yılında Ecevit CHP’sine, 1977’de 1. Milliyetçi Cephe hükümetine karşı “Halkçı Ecevit”(!)’e ve 2. MC Hükümetine karşı başta CHP dâhil bütün “ilerici güçler”e Ulusal Demokratik Cephe’de birleşme çağrısı yapılmasında ve 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası’ndan kurtulmak için CHP’nin tabela partisi “Halkçı Parti”ye destek istenmesinde benzer politikalar izlenmiştir.

Bu “kısa cumhuriyet tarihi” bize hakim sınıfların herhangi bir kliğinin arkasına yedeklenerek demokrasinin gelmeyeceğini somut olarak göstermektedir. Devrimci demokratik dönüşümün, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin en diri dinamiklerinden olan Kürt Ulusal Özgürlük Hareketinin izdüşümlerinden biri ve bir ittifak partisi olarak HDP’nin bu tutumu, geniş kitlelerin ik klikten birinin peşine takılması adına sürdürülen çabaya katkı sunmaktadır.

Söz konusu Başkanlık Rejimi orta yerde dururken Kılıçdaroğlu etrafında alınan tutum, ezilenler lehine değildir zira en başta Kürt halkının sorunlarına çözüm olmaktan uzaktır. Dahası henüz seçim sath-ı mailinde iken bile Kılıçdaroğlu’nun yaptığı en ileri hamle HDP eş başkanları ile bir fotoğraf karesine girmek olmuştur. AKP-MHP faşist ittifakının Kürt ulusuna yönelik bugüne kadar sürdüregeldiği ırkçı, katliamcı politikaların CHP eliyle yaşama geçirildiği unutulmamalıdır.

Nefes almak adına düzenin üzerinde inşa edildiği statükonun ve Kemalizm’in temsilcisi CHP’ye ve onu kuşatan gerici- faşist partilere destek istemek tarihsel bir hata ve sorumsuzluktur. Siyaseten AKP karşıtlığından gıdasını alan, son 23 yılda işlenmiş tüm suçların sorumluluğunu AKP ile sınırlı tutan dar, tek yanlı bir bakış açısının ürünüdür.

Kuşkusuz HDP yasal zeminde mücadele yürüten bir parti olarak siyaset yapmaktadır ve elbette “komünist” bir karaktere sahip değildir. Gelinen aşamada Kürt ulusal sorunu sınıf mücadelesinin en önemli parametlerinden biri olmuştur. Bu alanda sürdürülen kıyasıya direnişin, hesaplaşmanın boyutu ve niteliği bu topraklarda devrimci-demokratik mücadelenin üzerinden tayin edici etkiler bırakmaktadır.

Bu bağlamda, komünistler seçime dair tutum alırken bu alanda açığa çıkan durumu, eksik ve hatalarına rağmen Kürt hareketinin yanında olmak, onunla en başta direniş mevzilerinde omuz omuza yürümek perspektifi ile hareket edecektir.

Başka bir deyişle devrimci-demokratik direnişin odaklarından biri olan HDP ile ile yan yana durmak, Kürt ulusal Sorununa dair sorumluluklarımız kapsamında bugün açısından güncel bir tutum olacaktır.

 

Halka yalan söylemek politik suçtur!

Seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılacağının netleşmesi üzerine burjuva muhalefet ve onun arkasında yedeklenen sol ve hatta kendisine “devrimci” ve “komünist” diyenler bir kez daha halka seçimler yoluyla “demokrasi” vaat ediyor. “Tayyip’in gitmesiyle”, ekonomik krizle birlikte ağır biçimde yoksullaştırılan, milyonlarca insanın açlık sınırında yaşamasını sağlayan ve günler öncesinde depremlerde yaşadığımız acıların, kurtulacağımız vaaz ediliyor.

Bunun için “Tayyip’in gitmesi”nin, “beşli çete”den kurtulmanın yeterli olacağı söyleniyor. Meseleyi sadece Tayyip’le ve “tek adam rejimi”yle sınırlamak, AKP iktidarı ve Tayyip rejiminin, cumhuriyetin yüzyıllık tarihinde bir parantez, devleti hasbelkader hatalar sonucunda ele geçirmiş, “politik İslamcı” bir kliğin arızi dönemi olduğuna inanmamız bekleniyor. Bu kliğin devletin olanaklarını kullanarak halkı soyan bir “çete” ve “suç örgütü” olduğu savuluyor. Kuşkusuz bunlar vardır ve gerçektir. Ancak AKP’yi sadece bunlarla sınırlamak, “devlet ve ihtilal” dersinden bihaber olmak demektir.

AKP, iki ana kampa bölünmüş olan Türk hakim sınıflarının Kemalist CHP’de temsil edilen muhalefetteki kliğinin de desteğini alarak bir devlet projesi olarak hükümet yapılmıştır.

Başka bir deyişle rejimin re-organizasyonun AKP eliyle siyasal İslamcı bir çizgi üzerinden gerçekleşmesi konusunda bir mutabakat söz konusu olmuştur.

AKP, adım adım devlet iktidarını kendi temsilcisi olduğu klik yararına ele geçirirken; bir yarı sömürge ülke olan Türkiye ekonomisinde emperyalist neo-liberal politikaların en “hızlı” (Cumhuriyet tarihi boyunda özelleştirmelerin yüzde 90’ını AKP döneminde gerçekleştirilmiştir) komprador burjuvazinin (TÜSİAD) ve palazlanmak isteyen Anadolu burjuvazisinin (MÜSİAD) sınıfsal çıkarlarını “başarıyla” savunucusu bir partidir.

Bu anlamıyla AKP iktidar olduğu yıllar içinde Türk hakim sınıflarının ana gövdesinin sınıfsal çıkarlarını başarıyla savunmuştur. Bu başarının karşı kutbunda ise işçi sınıfı ve emekçi halkın en basitinden milli gelirden aldığı payın sürekli bir şekilde düşmesi söz konusudur. (Emeğin gelirden aldığı pay 1999’dan beri 17.7 puan, AKP döneminde ise 12.9 puan gerilemiştir. Türkiye’deki emek payı 2022’de, yüzde 33.1 ile son 25 yılın en düşük seviyesindedir. Sermayenin gelirden aldığı pay ise yüzde 66.9 ile tavan yapmış durumdadır.)

Bu koşullar altında hakim sınıfların muhalefette olan Kemalist kliği, iktidar olabilmek için işçi sınıfı ve emekçi halkın yaşamak zorunda bırakıldığı koşulları “istismar” ederek iktidar olmak istemektedir. Muhalefetteki burjuva kliğin “Tayyip’ten kurtulma” vaadi, Tayyip’i var eden düzenden, AKP’nin uyguladığı neo-liberal politikalardan kurtulma değildir. Hakim sınıflar ve onların devleti olan TC, sözcüsü olan partileri aracılığıyla filmin baş aktörünü değiştirmekten söz ederken filmin senaryosuna dokunmamaktadır. Oynanan seçim oyununda yönetmenin lafı bile edilmemektedir.

Bu anlamıyla gerçeklerin gizlenmesi ve “demokrasi” söylemiyle halka yalan söyleme politik suçunu işlemeyi reddediyoruz. “Tayyip gitsin de ne olursa olsun” siyasetinin gerçekte Tayyip’i var eden düzenle hesaplaşma ve cepheden bir konumlanma olmadığını, dahası düzene yedeklenme tehlikesini içinde barındırdığını ileriye sürüyoruz. Halkın “Kırk satır mı kırk katır mı” ikilemi içinde “ölümü gösterip sıtmaya razı” edilmesi yanlıştır.

Bunu ifade ederken şu gerçeği de görmezden gelmiyoruz; “Tayyip”te somutlanan rejim halka karşı büyük suçlar işlemiştir. İktidarda olduğu süre boyunca bir avuç komprador burjuvazinin, tefeci tüccarın, toprak ağası ve şeyhlerin çıkarlarını savunmuş ve halk düşmanlığı yapmıştır. Her şey bir yana 6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insanın katledilmesi, on binlerce insanın enkaz altında ses verirken yardım edilmeyip bağıra çağıra ve sonunda bitkin düşerek katledilmesi bile başlı başına insanlık suçudur.

Bu anlamıyla işçi emekçi kitlelerin Tayyip’e ve Tayyip şahsında düzene yönelik öfke ve tepkisi son derece haklıdır, dahası meşrudur. Ancak bu haklı ve meşru tepkiyi, Tayyip ve onu yaratan düzene yöneltmek yerine sadece “Tayyip gitsin de” söylemi içine sıkıştırmayı, dahası bu vaatle halka yalancı bahar vaat eden sahtekarlıkla aramıza kalın bir çizgi çekiyoruz.

 

Kendi gücüne güvenmek ve yüzmeyi öğrenmek!

14 Mayıs’ta “başkan”lık seçimlerinin yanında aynı zamanda parlamento için milletvekilliği seçimleri de yapılacaktır. Kısaca halk kitlelerinin önüne iki seçim konulmuş durumdadır.

Komünistler reformları iktidar mücadelesinin bir parçası yapar. Siyasi hatlarını reformlar ile sınırlamaz. Bu yanıyla seçimleri kendi talepleri, programları ve iddilarını geniş kitlelere duyurmak ve örgütlenmek için bir araç olarak kullanırlar. Bu taktikten yararlanırlar.

Bu politikayı, örgütlenmenin, geniş kitlelere ulaşmanın ve tabanını seferber etmenin bir manivelası haline getirmeye çalışırlar. Maraş merkezli depremle birlikte en başta bize yakın kitlemizin, tabanımızın ve dahası geniş bir ilişki ağının harekete geçmesi, bu anlamda açığa çıkan sinerji, bizim açımızdan son derece öğreticidir.

Kitlelerin yoğun bir şekilde propaganda edildiğinin aksine hala büyük bir dayanışma ve mücadele azmi taşıdığı, doğru, güven veren bir politika ortaya konulduğunda ve kolektif bir çalışma örgütlendiğinde fikrini ve emeğini sakınmadan ortaya koyduğunu bir kez daha yaşayarak gördük.

Kitlelerin sorunlarını, taleplerini yine kitlelerin kendisiyle birlikte tartışma, bu eksende adımlar atma ve en önemlisi de sürece katkı sunabilecek en geniş güçlerle birlikte yürüme tutumunun kazandırdığı ve geliştirdiğini gördük.

Diğer yandan kitlelerin doğrudan emeğiyle birlikte ortaya çıkan dayanışmanın, depremi yaşamış emekçilerin yaralarına temas etme ve melhem olma bağlamında azımsanmayacak bir fark yarattığına tanık olduk dahası bu sürecin öznesi oldu. Bu sürece eklenen bir halka olarak seçim sürecini, uzunca bir süredir tabanımızla, kitlemizle daha fazla temas etme, birlikte yürüme yaklaşımının somutlanacağı yeni bir adres olarak görüyoruz.

Kitlelerin politik duyarlılığının arttığı bu süreci, hemen alanda savunduğumuz alternatif devrimci, demokratik talepler ve çözümleri kitlelere anlatmak için bir fırsat olarak görüyoruz.

Deprem süreciyle birlikte örgütlediğimiz kolektif hareket etme, sürece birlikte müdahale etme ve birlikte yürüme iradesini ve sinerjisini yükselteceğimiz bir dönem olmalıdır. Sürece aktif bir şekilde katılmak, kendi sözümüzle kitlelerin karşısına çıkmak ve devrimci-demokratik direnişin seçimler vesilesiyle açığa çıkan gündemin bir parçası olmak durumundayız.

Depremin yarattığı yıkımın ancak ezilenlerin örgütlü mücadelesiyle kaldırılabileceğini, yıkımın yaralarının gerçek anlamda halkın birleşik mücadelesiyle sarılabileceğini anlatmalıyız. Kürt ulusunun, devrimci-demokratik mücadelesinin işçi sınıfı ve emekçilerin direnişiyle yan yana omuz omuza yürümesi gerektiğini ifade etmeliyiz. Halkın gerçek kurtuluşunun demokratik halk iktidarında olacağını anlatacağız!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu