Güncel

Örgüt!

Uluslararası proletaryanın ve emekçilerin, milyarlarca insanın yarattığı tüm değerlere küçük bir azınlık tarafından el konuluyor. Yaşamı emeğiyle yaratan, alınteri ve emeğiyle tüm uygarlığı var eden emekçi yığınlar, büyük bir açlık ve sefalet içinde yaşıyor.

Onların emeğini gasp eden emperyalistler ve onların işbirlikçi ve uşakları sefahat sürerken, yığınların payına yoksulluk, yoksunluk, acı, gözyaşı ve ölüm düşüyor. Dünya halkları emperyalistlerin daha fazla kâr ve hegemonya hırsı uğruna savaşlara sürükleniyor, katlediliyor. Birkaç yüz emperyalist şirketin neredeyse dünyanın tamamını yönettiği, birkaç bin kişilik ailelerin tüm artı-değere el koyduğu bir gerçeklikle yüz yüzeyiz.

Sorunu genelden lokal bir düzleme çekersek ülkemizin tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarına ve ürettiğimiz tüm değerlere küçük bir azınlık nasıl el koyabiliyor? Ya da bu azınlık nasıl oluyor da bu korkunç çelişkinin üstesinden gelebiliyor. Komprador burjuvazi ve toprak ağaları iktidarını nasıl sürdürebiliyor? Elbette biliyoruz ki sömürü hâkim sınıflar iktidarlarını zor, şiddet ve baskı üzerine inşa ediyor.

Zorun örgütlenmiş bir biçimi olan devlet, kuşkusuz bu işe yaramaktadır. Devlet, ideolojik aygıtları vasıtasıyla işçi sınıfı ve emekçi yığınları, hâkim sınıfların çıkarları doğrultusunda kontrol altında tutar, yönlendirir. Yaşamlarının en küçük gözeneklerine bile girerek onları örgütler.

Böylece beyinlerini, bilinçlerini etkisi altına alır. Bunun yeterli olmadığı durumda açık zoru devreye sokar. Devletin küçük bir grubun çıkarını bu denli koruyor ve sürdürebiliyor olması onun ne kadar iyi örgütlendiğini gösterir. Sömürücülerin iktidarını sürdürmesinin yegâne yolu devletin toplum üzerindeki etkisini sürekli kılabilmekten geçer. Öyleyse egemen sınıfları böylesine güçlü kılan onların örgütlü gücüdür.

Bunu sürdürmenin koşulu da, kendi örgütlülüğünü sürekli geliştirirken, baskı altına aldığı kesimleri alabildiğine örgütsüz bırakmaktır. Denklem aslında basittir: “Kendini örgütle, düşmanının örgütlülüğünü yok et!” Devlet bunun için elindeki tüm olanakları seferber ederek ideolojik taarruza geçer. Hemen her alanda bireycilik, güvensizlik, umutsuzluk zehrini topluma enjekte eder.

Açık ki sınıf düşmanımızın meseleye bakış açısı bize yol gösterir. Kurulu sömürücü düzeni değiştirmenin yolu benzer biçimde (ama farklı amaçlarla) örgütlenmekten, örgütten geçer. Emekçi yığınların gasp edilen haklarını elde etmelerinin; dili, kültürü yasaklananların, inançları asimilasyona uğrayan toplumsal kesimlerin başka da bir yolu yoktur. Proletaryanın kurtuluş ideolojiyle donanmış bir yapı/örgüt/parti içinde örgütlü faaliyet yürütenlerin bu gerçeği sürekli güncellemesi, bilince çıkarması ve yaşamında uygulaması gerekir. Bu anlamda devrimci saflarda ciddi bir aşınmanın olduğu bir gerçektir.  Örgütlü olmak belirlenen hedefler doğrultusunda bir irade beyanı demektir.  Örgüt, irade ve eylem birliğidir, ortak bir duruşu zorunlu kılar. Demokrasi ve merkeziyetçiliğin uyumuyla ayakta kalır.

Somutlarsak bu yüzden gündem tartışıldıktan ve bir kere karar alındıktan sonra yapılması gereken onu yaşama geçirmektir. Kolektifin parçası olarak her birey bundan sonra belirlenen görevleri yerine getirme sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Bu aşamadan sonra demokrasi değil merkeziyetçilik ve disiplin geçerlidir. Söz ve eylemin asgari bir uyumu için disiplin zorunludur.

Kuşkusuz disiplin her faaliyet alanının kendi gerçekliğine uygun bir biçim kazanır ancak asıl olan teori ile pratik arasındaki uyum, belirlenen görevlerin yerine getirilmesidir. Bireylerin karara dair farklı fikirleri bunu değiştirmez. Yapılması gereken sorumlulukları yerine getirmek ve bunun için gerekli disipline uymaktır.

Söz konusu kararların kendince yorumlanması, “bir kere delinmesinden bir şey olmaz” yaklaşımları görevlerin yerine getirilmesini engeller, örgütlü yaşamı sekteye uğratır.

Manuel Tiago’nin (Portekiz Komünist Partisi genel sekreteri Álvaro Cunhal) “Yarın Bizimdir Yoldaşlar” isimli romanı bu bakış açısının ne tür felaketlere yol açabileceği konusunda çok sayıda örnek sunar. Portekiz Komünist Partisi’nin faşizm koşullarındaki mücadelesinden bir kesit sunulan romanda, Afonso’nun meselelere yaklaşımı tam da bahsettiğimiz gibidir.

Parti, dönemin zorunluluklarından kaynaklanan bir takım direktiflerde bulunmuştur: Her erkek devrimcinin her gün traş olması, kılık kıyafetine dikkat etmesi gibi. İllegal özel bir görevle yükümlü Afonso’ya elbette bunların dışında da uyması gereken kurallar belirtilmiştir.

Örneğin, “milletin bahçesindeki ağacından meyve aşırmamak”! Ne kadar küçük, entipüften kurallar değil mi? Afonso önce birini sonra bir diğerini derken, en nihayetinde bunların hepsini, kılıfına uyduracak bir “mantık” silsilesiyle açıklamayı başarır.

Zorunluluğun ilmiği boğazını sıktıkça Afonso gevşetmeye, olmadı “çaktırmadan” koparıp atmaya girişir. Böylece sonrasında yaşanacak ağır duruma davetiye çıkarır.

Devrimci militanın yaşamına yol gösteren kolektifin, örgütün kararları yaklaşımları olmalıdır. Kabul etmek gerekir ki “bir zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür.” Sınıf düşmanının ilk yöneleceği yerin burası olduğu da açıktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu