Kültür&Sanat

Sınıfsal bir sanatın gerekliliği

Sanat, gerçeğin başka araçlarla yeniden yoğrularak farklılaştırılması sonucu, oluşan bir olgudur. Lenin söylemiyle “yansımanın gerçeğidir”. Bu temel yaklaşımdan yola çıkarak sanatın nasıl olması gerektiği ya da sınıfsallığı üzerinde duralım ve sanatın olması gerektiği niteliklerle ilintili olarak düşüncelerimizi paylaşalım.

Hegel, “doğanın en yüksek ürünü insan ve insanın en yüksek ürünü de sanattır” der. Yani insanın yaratma becerilerinin en yetkin şekilde ortaya çıkması olarak niteleyebiliriz sanatı.

Sanat, o halde bu haliyle gerçek değil, gerçekliğin yansımasının gerçekliği olarak tanımanla bilir. O halde yaratma yeteneğinin sanatsal niteliği taşımasının temel niteliği gerçekliğin yansımasının gerçekliği olarak gösterdiği başarıda aramalıyız.

Sanata nasıl bakmalıyız sorusuna yanıt vermeden önce şu açıdan da bakmalıyız diye düşünüyorum. İnsan neden sanata ilgi duymuştur. Yani kağnıyı keşfetmiş bir ilk çağ insanı neden öküzlerin çektiği arabanın ayında ağır ağır yürürken türkü söyleme gereksinimi duyar ki? Bu elbette sosyo-psikolojik bir sorunudur.

İşte burada insanın düşünme edimlerinin insan üzerinde yarattığı bir üst düzey yapıların gereği olarak ortaya çıkar. Yani, acılar, sevinçler, hüzünler, ölümler, doğumlar vb. sonsuz durumların yansımasının gerçeği olarak çıkar karşımıza. İşte sanat bunun için ilkel koşullardan modern sanata ulaşmıştır. Buda estetiksel nitelik değimiz, sanatsal nitelik taşıma düzeyi olarak sanatın kurumsallaşmasını sağlamıştır.

İşte bu nedenle aslında sanat bir karşı durumdur. Yani, gerçek değil, gerçekliğin kaşsısında insanın kendini yeniden ifade etme aracı olarak zihninde oluşmuş yansımaları, gerçekliğe çevirerek sanat eserine dönüştürme sürecidir. O halde sanat var olana değil, mevcudun yeniden yaratılmasına dayanır. Bu yeniden yaratma ise ancak mevcudu inkârla mümkündür. O nedenle sanat aykırıdır. Var olanın kendisi değil, ona aykırı bir bakıştır.

Buraya kadar olan kısa özetle diyebiliriz ki sanat neyi nasıl anlatırsa anlatsın; sanatsal nitelik taşıdığı sürece sanatsal nitelik taşır. Şimdi, Nazım Hikmet’in şiiri sanattır. Ancak Necip Fazıl şiirine şiir değildir demek sanattan hiç anlamamak anlamına gelir. Ya da sanatın gerçek anlamının algılanmaması anlamına gelir. Oysa çelişkilerin zorunlu bir sonucu olarak her şey zıddıyla vardır.

O halde sanatsal nitelik taşıması, onun sınıfsal yapısıyla ilgili bir kuram değildir. Stalin’in “dil üst yapı sorunudur” dediklerinde, “dil bir kavramdır, bunu proletarya da kullanır, burjuvazi de” der. O halde sanatı tüm sınıflara mensup sanatçılar kullanabilir. Monet’in resmi karamsar ve nihilisttir. Sınıf bilincinden uzak ve egemenlere yönelik bir resimdir. Peki, Momet’in resimleri sanat eseri değildir, diyebilir miyiz? Kuşkusuz hayır.

O halde sanatın sınıfsal olması gerçek sanat anlamına geldiğini söylemek doğru değildir. Peki sınıfsız bir toplumda sanat ölecek mi? Yoksa en yüksek aşamasına doğru yeni bir düzeye mi taşınacaktır. Kuşkusuz sınıfsız toplumda sanata şu anki düzeyine göre tarifsiz bir yeni gelişmişlik ve üretkenlik evresine girmiş olacaktır.

O halde sanatın karşı dur ve durmama durumuna nasıl bir yanıt gerekir. Bu içerik ve biçim ilişkisidir. Sanatın daha alt bir argümanıdır. Asıl üzerinde durmamız gereken önemli nokta burada saklıdır. İçerik biçimin önünde mi olmalı, yoksa biçim içerikle mi yaratılmalı.

Tartışması temelde sanattaki felsefi bir yöndür. Bu yön diyalektik olan maddenin öncü, düşüncenin ardıl olduğu temel tezi ile düşüncenin öncü madde onun yansıması tezini taşıyan idealist görüş açılarının sorunudur. Elbette modern bilim defalar kere ispatlamıştır ki madde düşünceyi yaratır. O halde içerik biçimi doğurur. Yani olmayan bir şey için bir biçim tasarlayamayız. Bu tıpkı, olmayan madde için olmayan biçimler tasarlamaya benzer.

Ancak bir sanatsal yaratı içerik ve biçim itibarıyla en mükemmel uyum sağladığında başyapıttan bahsederiz. Aslında bu sanatsal estetiğin en başarıl şekilde dışavurumunun bir ürünü olarak karşımıza çıkar.

Bu genel ve temel sanat kuramın çizgilerini çok kısa özetledikten sonra nasıl bir bakış açısına sahip olmalıyız sorusuna yanıt verebiliriz. Kuşkusuz sınıflı toplumda, sanatın en anlamlı karşı koyması bu sınıfsal tabana kendisini oturtabilmesiyle mümkündür. Yada sınıfsal bir toplumda sanatın karşı durması, aykırı olması ancak egemen sınıfların karşısında yer alarak gerçekleştirebilir.

O nedenle biz en güçlü sanatsal yapının bundan doğacağını kabul ediyoruz. Bu karşı koymanın, mevcut egemen ideolojinin karşısında yükselen bir sanatsal olgusunu en gelişmiş sanat şekli olarak karşımıza çıkar. Çünkü dünyanın en büyük çelişkisi sınıf çelişkisidir ve en etkili sanatsal yaratı da bu çelişkilerden ortaya çıkacak bir karşı koyuş olarak var olacaktır. Çünkü sanat özgürlük ister ve buda egemen ideolojiye başkaldırı ile mümkündür. Başka bir değişle en özgür sanat, özgür dünya isteyen yanda oluşan sanattır.

Öte yanda bu şekilde bir karşı olma içerikle biçimin en yüksek oranda uyumlu olduğu sanatsal yaratının doğmasına neden olur. Tahir bunu yüzlerce kez ispatlamıştır. O nedenle biz sanatın sınıfsal yapıda ve proletaryanın mevcut düzene karşı geldiği tarafta en güçlü ve kalıcı olacağını ve geleceğin sanatının bunun üzerinde yükseleceğini kolaylıkla söylenebilir.

 

Bir ÖG Okuru

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu