Makaleler

Taksim Direnişi’nde yeni bir dizi: “Medya’da Nafile Çabalar”

Her şey Taksim Gezi Parkı’nın imara açılması ile başladı. Başlayan, bir çelişkiler yumağı ve toplumsal hafızanın birikiminin bir tezahürüydü. Giderek yaygınlaşan toplum iradesinin bayağı ve yapay olmadığını tarihsel deneyimler ışığında bir kez daha doğruladı. Geçmişle övünenlerin; geçmişte tıkanıp kalıp günceli ve geleceği mahkûm edenlerin yedikleri şamar oldukça şiddetliydi. Zira Taksim haftalardır işgal altındaydı artık. Her türlü devlet “nimetlerine” karşı bir çığlık dolaşıyordu dillerde: Biz uyumak istemiyoruz!

Taksim Direnişi ve talepleri uğruna verilen mücadele her şeyden önce bir kazanımla başladı denilebilir. Bu kazanım toplumsal bilinç ve özgüvenin ortaya çıkmasıydı. Taksim Meydanı’na akan binlerce kişi yarattıkları tablo karşısında kendi gücüne yabancılaştığının farkına vardı. Bu farkındalığın toplumsallaşma düzeyi egemenler nezdinde tedirginlik ve korkunun emaresi oldu. Bu bağlamda ortaya konulacak argümanlarla toplumsal bilinç bastırılmalı ve manipüle edilmeliydi. Zira yaşananların tablosu sistemi tehdit etmekteydi ve bir araç olarak medya acilen devreye sokulmalıydı.

 

Toplumsal bilinci törpülemek için medya atakta

Devreye sokulan medya bir anda direnişle beraber devletin çıkmazlarını çözümleyecek bir oksijen borusu görevi görmeye başladı. Burjuva-feodal basın bu kez devletin politikalarını topluma kabullendirmenin sömürü çarkını güçlendirmeyi hedef almadı. Aldığı hedef devletin direniş karşısındaki çıkmazını minimize etmekti. Ancak minimize olan bir tablodan bahsetmek mümkün olmadı. Gündemi meşgul edecek argümanlar bir şekilde direniş çevresinde örgütlenmişti. Spor haberleri çöktü çünkü taraftarlar da direnişteydi. Magazin dünyası dondu, çünkü sanatçılar yüzleri maskeli, ellerinde taşlarla Taksim’deydi… Ülke genelinde yaşanan çatışmalar devam ederken, yaralıların haddi hesabı yokken, ölüm haberleri öfkeyi büyütürken penguen ve Hitler belgeselleri (NTV, Habertürk, CNN) ile iş kotarılmaya çalışıldı. Kitleye “tatlı dakikalar” sunuldu. Acı gerçeğin tutuşturduğu paçaların telaşıyla asıl tatlı dakikaları “Nafile çabaların tükenişi” adlı diziyi direnenler yaşadı. Satılmış medya sloganları eşliğinde TV kanalları da hedef alındı. Af dilemeler ve vicdan tutulması yaşayan burjuva basının pespaye tavırlarındaki tiksindiricilik baskılanacak gibi değildi.

Bir ideolojik aygıt olarak medya bu süreçte kendi çıkmazını yaşananları eksik ve çarpıtılmış olarak vermekle “resesyona” girdi. Aktarılırken başta başbakan olmak üzere devlet erkânının söylemleri itina ile üretildi. Polisin saldırıları her zaman olduğu gibi meşrulaştırıldı ve kitlenin hareketi itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. İtibarsızlaştırma operasyonun en sık söylenen sözü ise yaşananların birkaç çapulcunun işi ve hareketin her an kışkırtılmaya müsait bir potansiyele sahip olduğuydu.

Ancak hareketin büyüklüğü ve yarattığı potansiyel bu manipülasyonları kendi gücüyle eriten bir içeriğe sahip. Devlet söyledikçe üretilenin boşa düşmesi yeni argümanları devreye soktu. Yaşananların “dış güçler” himayesindeki yabancı istihbarat denetiminde yürütüldüğüne dair komplo teorileri ortaya atıldı. Öyle ki yapılan her yorum gözaltı ve tutuklama furyasını yaygınlaştırılan bir projeye öncülük etti. Çatışmalar sırasında özellikle devrimci, yurtsever basın hedef alınırken, Sasa Petricic ve Derek Stoffel isimli iki Kanadalı gazeteci gözaltına alındı.

Yenişafak, Akit, Vatan, Zaman vb. basın ise gerici faşistleri harekete geçirmek için Miraç gecesi yasadışı grupların sokakları ateşe vereceklerini yaydılar. Camide ibadete gidecek vatandaşları tahrik edeceklerine dair kışkırtıcı haberler yaptılar. Ancak Miraç gecesinde Kandil simidi dağıtılırken bir devlet söyleminin çöküşü ve hüsranı hep beraber izlendi.

Bir de Taksim Direnişi’ni canlı yayın yaptığı için en çok ilgiyi Cem TV ve Halk TV gibi ulusalcı kanallar gördü. Cem ve Halk TV yayın yaptığı günden bu yana yaşananları canlı yayında gösterirken CHP’nin aldığı konuma göre yayınlarının içeriğini belirledi. Özellikle de 11 Haziran günü gerçekleştirilen saldırının “marjinal” gruplara yönelik olduğunu ve kitle içinde talepleri çarpıtmaya çalışan, farklı gayeleri olan grupların olduğunu devamlı vurguladı. Özellikle Cem TV Gezi Parkı’ndaki Alevilere “marjinal grupların provokasyonuna gelmeyin” mahiyetinde duyurular yaptı. Barikat başlarında aldıkları yaralara rağmen Taksim Gezi Parkı’nı savunan devrimci ve yurtseverler, faşizm ve şovenizm ile cilalanmış bu kanallar tarafından hedef tahtasına konulmaya çalışıldı/çalışılıyor.

Medyanın çarpıtmaya çalıştığı bir nokta da kitlenin tepki kaynağının yorumlanmasıydı. Sisteme yönelen tepki sistem odaklı olmaktan çıkarılmaya ve çelişkinin ortak yanı çarpıtılmaya çalışıldı. Bu şekilde toplum içindeki sınıfsal algının gelişmesinin önüne geçilmek istendi. Ancak bunun anti-bilimsel ve süreci öteleyen bir yapıya sahip olduğunu söylemek gerekiyor. Zira münferit örnekler üzerinden gelişen veya ekonomik nitelikli olan hareket ve talepler sınıfsal çelişkilerin bir tezahürü olup eninde sonunda bu rotada buluşacak ve dümenini bu yöne çevirip yol alacaktır. Medyanın özellikle bu süreçte bu konuya ağırlık verdiğini söylemek gerekir. Çünkü bu durum her şeyden önce sistemi temellerinden sarsacak bir güce sahipken “marjinal” milyonların kafasında oluşacak olan devlet algısının sistemin krizini derinleştireceği mutlaktır.

 

Gezi Direnişi ve Sosyal Medya  

Burjuva medya tarafından görülmeyen gelişmelere karşın direnişçilerin elinde hayat bulan sosyal medya ise devletin manipülasyonunu kıran büyük bir görevi üstlendi. Yüzbinlerce doğal muhabir kendi içinde yayın ağını genişletmenin yanı sıra aynı zamanda çatışmalardaki istihbarat ağını da oluşturdu. Yaşananlar ve yaşanabilecekler facebook ve twitter tarafından paylaşılanlarla örgütlendi. Burjuva medya sosyal medya ağıyla bir çöküntü yaşarken bu çöküntülerin ardı sıra yaşanması direnişlerde yerini sloganlara bıraktı.

Direniş kendine aykırı olanı içinde eritip yok ederken aynı zamanda kendine uygun olanı ise içinde örgütleyerek daha da güçlendirdi. Bu anlamıyla direniş ile beraber sosyal medyanın da içeriği değişti. Aslında bu değişim daha evvel Tunus’ta, Mısır’da yaşandı. Sosyal medya daha çok tüketim temelli kullanılıyordu ve içeriğin büyük bölümü apolitikti. Sosyal medyanın çehresi tümüyle değişince de günlük hayatın ufak tefek şeyleri ile dolu bu ağ birden siyasetin çok canlı tartışıldığı, her günkü gelişmelerin günlük olarak yorumlandığı, bir takım eylemlerin pratik olarak örgütlendiği bir alan haline geldi. İçerik büyük oranda Gezi Parkı’na, devlet saldırılarına karşı alanlara çıkan insanların direnişlerine döndü. Direnişin bizzat içindeki insanların, direnişe destek verenlerin, başka ülkelerden, başka kentlerden insanların, sanatçıların da kullandığı temel araç haline geldi. Milyonların elinde olan sosyal medya bir tehdit mekanizması oluşturunca twitter gözaltıları başladı.

Sonuç olarak direnişin yaydığı enerji özgün bir nokta olarak medyaya yönelmedi. Kitle hareketinin varlığı giderek derinlik ve güç kazanan yapısı sisteme yönelince devletin her türlü baskı ve ideolojik aygıtlarının pespayeliği ortaya çıktı. Bu pespayeliğin daha fazlasını ortaya dökmek için notası eksiksiz bir senfoni olan direnişin noktasını koyana kadar çalmak ve söylemek önem arz ediyor.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu