Makaleler

“Tekkeyi bekleyen çorbayı içedursun”, direniş abidelerine bin selamolsun!

Rivayet edilir ki, şeyhin biri haber salar: “Ey müridim olmak isteyenler, falanca gün tekkenin bahçesinde sizleri bekliyor olacağım.” Köylülertoplanır bir öğle vakti… Mevsim kış.Akşam olur, şeyh görünürde yoktur. Köylülerinbir kısmı beklemekten vazgeçer. Gece yağmur yağar, sabaha kadar iliklerine kadar ıslananköylülerin bir kısmı da terk eder tekke bahçesini.Gün tekrar akşama döner, geriye kalan 3-5 kişi de dağılır ve geriye sadece bir kişi kalır.Soğuktan ve sıkıntıdan uykuya dalan o kişiyişeyh uyandırır ve “Tekkeyi bekleyen çorbayı içer. Sabır testini geçtin” diyerek, onu tekkeyealır ve müridi yapar.

Bu misalle anlatılan “Tekkeyi bekleyen çorbayı içer” deyimi Binali Yıldırım örneği ilebir kez daha yaşam buldu. Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir BelediyeBaşkanlığı macerasından bu yana en yakıntakım arkadaşlarından Yıldırım’ın burjuva siyasetsahnesinde yıldızı 1994’te İDO Genel Müdürlüğü’negetirilmesi ile parladı ve 19 Mayıs2016’da başbakan adaylığının (tek aday olduğuiçin de başbakan) açıklanması ile zirveyeçıktı. 22 yıl boyunca servetine servet katan; enaz 17 şirketi, 30 gemisi, 2 süper yatı olduğusöylenen Yıldırım “şeyhi ve tekkesi” için bahçedeen çok bekleyenlerden biri olarakmürit” olmayı zaten hak etmişti!

Erdoğan’ın “sır küpü” olarak bilinen Yıldırımile Erdoğan’ın tek suç ortaklığı Yıldırım’ında bu kadar zenginleşmesine neden olan yolsuzluklardeğildi elbette. Erdoğan’ın “tehlikelisonuçlara yol açabilir” şeklindeki raporlararağmen “Ramazan’da açılması için söz verdim,emrediyorum, açın” diyerek, Ankara-İstanbulhızlı treninin açılışını yapma isteği bizzat döneminUlaştırma Bakanı Yıldırım tarafından yerinegetirilmiş ve bu “uyumlu çalışma” 22Temmuz 2004’te hızlı trenin Pamukova’da raydan çıkması ve41 kişinin ölümü ile sonuçlanmıştı.

 

Gelenekleri yalan, gelenekleri hırsızlık, gelenekleri katliam

Yıldırım’ın başbakan adayı olduğunun açıklandığı 19 Mayıs’ın bilinçli seçildiği belirtilmişti. “Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’nı başlatmakiçin Samsun’a ayak bastığı” 19 Mayıs, hem o gün hem de bugün devletin genlerine uygun bir şekilde gerçekleri perdelemenin ve ırkçılığı her daim canlı tutmanın aracı olarak kullanılmıştır. Oysa M. Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a “Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak” için ayak basmamıştı. M. Kemal; 1915 Soykırımı’nın ardından ikinci büyük katliam dalgası olan Pontus Rum Soykırımı’nda Karadeniz’de katledilen 350 bin, sürgün edilen 200 bin Pontus Rum’un haykırışının rahatsız ettiği ve o dönem İstanbul’u işgal etmiş olan bizzat İngiliz emperyalistleri tarafından “seslerinin kesilmesi” için görevlendirilmişti.

TC bu soykırımların üzerini örtmek için masal yazmıştır. Tıpkı Gençlik Marşı’nın İsveçlere ait Şakıyan Üç Kız anlamına gelen TreTrallande Jantör isimli şarkıdan çalıntı olması gibi… Tıpkı M. Kemal ve İTC’nin gençlik kadrolarının bu şarkıyı öğrendiği Rum gençlerinin 1900’lü yılların başında Papazın Çayırı dediği ve maç müsabakaları gerçekleştirdiği Kadıköy’deki bölgeyi İttihat Çayırı olarak tarihe geçirmesi ve ardından da Fenerbahçe’ye tahsis ettiği buradaki stadyuma bu coğrafyada soykırıma uğrayan Hıristiyan toplulukların baş katillerinden Şükrü Saraçoğlu’nun ismini vermesi gibi… Bir gelenek olarak o dönem de yalancı, hırsız ve katillerdi; şimdi de…

 

19 Mayıs çalımı yetmiyor be CHP!

Söz 19 Mayıs’tan açılmışken, 19 Mayıs’ta Anıtkabir’e düzenlenecek yürüyüşün “güvenlik” gerekçesiyle engellenmesine karşılık ikiyüzlü siyasetin halis muhlis temsilcisi CHP yaygara kopartmış, sonra Valilik ile uzlaşmaya giderek Dev-Genç marşı eşliğinde yürüyüş gerçekleştirmiştir.

Anlaşılan “dokunulmazlıkların kaldırılması” adı altında HDP’li milletvekillerin meclisten atılması düzenlemesini onaylayan CHP, diğer taraftan da “Atamızın huzuruna gitmemizyasaklanıyor” ciyaklamaları eşliğinde tabanını diri tutmayı hesaplıyor, bir yandan Valilik ve Emniyet Müdürlüğü ile uzlaşıp onların talimatları doğrultusunda hareket ederken bir yandan da devrim gerçekleştirmiş ya da emperyalistleri denize dökmüş edasıyla çalım satıyor. Bu çalım, CHP’nin başkanlık sisteminin önünü açmak ve HDP’lileri meclisten atarak parlamentonun faşist ve “ahır” özünü korumak için AKP ve MHP ile işbirliğini gizlemeye yetecek güçte değildir.

 

Kaypakkaya korkusu yersiz değil

AKP-MHP-CHP aynı halk düşmanı saflarında buluşurken, devrimci ve komünistlere düşen ise birleşik ve ortak mücadeleyi büyütmek olmak zorundadır. Faşizmin Kürdistan coğrafyasını kan ve acıya boğduğu, işçi ve emekçileri köleliğe mahkum ettiği, son olarak TBMM Boşanma Komisyonu’nun hazırladığı düzenleme ve Ankara Valiliği’nin Homofobi ve Transfobi Karşıtı Yürüyüş’e dönük yasak ve tehditlerinde gördüğümüz üzere kadın ve LGBTİ’leri erkek egemenliğinin karanlık dehlizlerinde boğmaya çalıştığı böylesi bir dönemde direnmekten başkaca bir yol yoktur!

Nazım Hikmet’in dediği gibi “mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele”.Bunun en billurlaşmış örneği 43 yıl önce18 Mayıs’ta 90 günlük direnişin ardından katledilenama “ser verip sır vermeyen” komünistönder İbrahim Kaypakkaya’dır. Cenazesi bizzat12 Mart darbecilerinin sıkıyönetim paşası TuğgeneralŞükrü Olcay tarafından babasına teslimedilen ve hala mezarının bulunduğumezarlığın başında jandarma karakolu bulunanKaypakkaya, TC’nin resmi tarih ve ideolojisiile hesaplaşmanın adıdır. Kemalizm’denkopamayan küçük burjuva devrimciler içerisinde

Kemalizm putunu yerle bir eden Kaypakkaya, dokunulmayan ateşe dokunan, gerçeğin üzerine çekilen perdeyi çekip atma cüretini gösteren, devrim iddiasının vücut bulmuş hali olarak hala günceldir ve hala egemenlerin korkulu rüyasıdır. Kaypakkaya anmalarına dönük abluka ve saldırılar dahi bu korkunun TC egemenleri açısından güncelliğini göstermektedir.

Bu korku bugün Kaypakkaya’yı anmanın Kürt ulusunun can bedeli ve TC’ye kan kusturan direnişinin bir parçası olma yükümlülüğünü taşımaktan geçtiğinin farkında olmalarından kaynaklıdır. Bu korku Kaypakkaya’da somutlaşan gerici ve faşist iktidarı parça parça etme iddiasının ardılları tarafından hala sahipleniliyor olmasındandır. Bu korku Şahverdi ve Geyiksuyu’nda ölümsüzleşen halk savaşçıları Ünal (Cengiz İçli), Yurdal (Hakan Çakır), Sefkan (Özgüç Yalçın) ve Sinan (Haydar Arğal) ile Rıza (Murat Tekgöz)’nın Kaypakkaya’nın direniş geleneğini can bedeli sürdürmelerindendir. Tekkesi sömürü, yolsuzluk ve katliam; şeyhleri Mustafa Kemal ve Erdoğan olanların bu korkusu yersiz değildir ve Kaypakkaya 21. yüzyılın devrim ve direniş hakikati olmaya ve ardıllarının elinde halk düşmanlarının beyninde patlayan mavzere dönüşmeye devam edecektir!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu