Güncel

Yorum| Ankara Katliamı: Yargı IŞİD hamiliğine soyunursa…

Şu bilinmelidir ki mahkeme kararı, bir hukuk zaferi ve adaletin tecellisi gibi anlamlar taşımamaktadır. Katliamın gerçekleşmesinde bizzat etkisi olduğu açığa çıkan sanıkların bir kısmı hakkında 100 kere müebbet hapis cezası istemek hukuki kahramanlık değil, hukuki bir zorunluluk ve katliamın büyüklüğünü ortaya koyan bir karar olarak okunmalıdır

Geçtiğimiz günlerde 10 Ekim Katliamı davasının karar duruşması görülmüş ve dava karara bağlanmıştı.

7 Kasım 2016’da açılan 10 Ekim davasının karar çıkması beklenen duruşma, 50. celse sonrasında Ankara Adliyesi’nden Sincan Adliyesi’ne taşınması kararının ardından gerek aileler gerekse de demokratik kitle örgütleri bu “duruşmayı kamuoyundan kaçırma pratiğini” davayı sahiplenerek ve duruşma salonunda yüzlerce kişi olup yer alarak boşa çıkarmıştı.

Duruşma daha başlamadan kolluk güçleri aileleri ve katılanları sözde “güvenlik” gerekçesiyle 4 ayrı arama noktasından geçmeye zorunlu kılmış ve taciz derecesine varan aramalarıyla rahatsız etmişti.

Karar mahkemesi toplamda 4 gün sürmüş ve duruşma süresince 10 Ekim ailelerinin avukatları; katliamla ilgili olarak istihbaratın, İçişleri Bakanlığı’nın, Emniyet Müdürlüğünün, Ankara Valiliği’nin ve Sağlık Bakanlığı’nın sorgulanması ve yargılanması, siyasi iktidarın IŞİD bağlantılarının açığa çıkarılması ve yargılanması ve de davada bahsi geçen suçun, “devlete karşı işlenen suç” olarak değil “insanlık suçu” olarak tanımlanması gerektiği taleplerini yinelemiş ve yine mahkemeden hiçbir somut dönüş alamamışlardı.

IŞİD sanıklarının savunmalarının alındığı sırada sanık avukatlarından gelen “Bu dava kamuoyuna yansıdığı ve kamuoyu tepkisinden doğan çekinceden kaynaklı sanıklara ceza verilmesi hukuka bütünüyle aykırıdır. Bu dava Ankara’da değil de başka bir şehirde görülüyor olsaydı çoktan sonuçlanmış, sanıklar en fazla 1 yıl ceza almış ve serbest bırakılmışlardı” savunması oldukça dikkat çekmiş ve salondaki gerginliği artırmıştı. Sanık savunmalarının alınmasının ardından sanıkların son sözleri de alınmış ve karar açıklanmıştı.

Mahkeme dokuz IŞİD sanığına ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet cezası ile kasten ve nitelikli insan öldürme suçundan 100 kez ağırlaştırılmış müebbet cezası ile 20 çocuk öldürülmesi suçundan ayrı ayrı 391 kez 27 yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına, 3 ayrı sanığın ayrı ayrı 10 yıl hapis ve 36.000 lira para cezası almalarına, 8 ayrı sanığın örgüt üyeliğinden 7 yıl hapis cezası almalarına, yargılanan iki kadın sanığın evde patlayıcı madde bulundurmak suçundan beraat etmelerine ve üyelikten 7 yıl hapis cezası almalarına, sanıklardan Erman Ekici’nin ise örgüt yöneticiliğinden 18 yıl hapis cezası almasına ve firari sanıklar hakkında suçluluk hallerinin devamı yönünde kararını açıklamıştı.

“Bu bir hukuk zaferi değildir!”

Şu bilinmelidir ki mahkeme kararı, bir hukuk zaferi ve adaletin tecellisi gibi anlamlar taşımamaktadır. Katliamın gerçekleşmesinde bizzat etkisi olduğu açığa çıkan sanıkların bir kısmı hakkında 100 kere müebbet hapis cezası istemek hukuki kahramanlık değil, hukuki bir zorunluluk ve katliamın büyüklüğünü ortaya koyan bir karar olarak okunmalıdır. Ülkede yargıya hâkim olan “bağımsız değil talimatla karar verme” pratiği bu katliam davasında da sahnede olmuştur. Mahkeme, iğneyle kuyu kazar gibi dosyayı inceleyen avukatların ve birçok bilim insanının görüşleriyle olgunlaştırdığı iddia ve taleplerini yok sayarak, adeta hukuki bir garabet timsali sergilemiş ve IŞİD sanıklarının hamiliğini yapma yoluna koyulmuştur.

Yargılama süresince katliamın gerçekleşmesine deyim yerindeyse ön ayak olan kamu görevlilerinin sorumluluğu hiç olmadığı kadar açığa çıkmıştır. Şüphesiz dosyanın bu denli acele karara gitmesindeki belirleyici neden dosyaya getirilen her belgenin kamu görevlilerinin katliamdaki sorumluluğunu açıkça ortaya koymasından kaynaklanmaktadır.

Burjuva-faşist yargı sistemi, adaletin esamesinin dahi okunmadığı bu kararla kamuoyu tepkisini yumuşatmayı hedeflemiş ve IŞİD hamiliğinde ustalık derecesine sahip hükümet yetkililerinden “aferin” almanın peşine düşmüştür.  Bugün yaşamın her alanına açıkça tecavüz ettiği bilinen siyasal iktidarın bağımsız yargı ve yargılama ilkelerinin üzerine ise kalın birer çizgi çektiği tüm kamuoyu tarafından bilinmektedir. 24 Haziran seçimleri sonrası kurumsallaşan OHAL ve Başkanlık Rejimi ile yasama-yürütme ve yargı erklerinin tekelleşmesi resmi bir zemine oturtularak keyfiyetçi hukuksal düzenlemelere her geçen gün bir yenisinin eklenmesinin önü açılmıştı. Bu kararı bu gelişmelerden yoksun okumak eksik bir değerlendirme yapmamız sonucunu doğuracaktır.

TC’nin yargı organlarından çıkan kararlar söz konusu olduğunda bu kararları geçmişten bağımsız ve güncelden eksik okumak doğru olmayacaktır. Öyle ki geçmişte yaşanan tüm gelişmeler yargı erkinin karar organlarında kalıcı izler oluşturmuş ve güncelde birbirini takip eden her yeni olay karar süreçlerini doğrudan etkilemiştir.

Bugün 10 Ekim davası ailelerden sırf katılımı düşürme gerekçesi ile kaçırılmış, 2 yılı bulan yargılama süresinde her duruşma kilometrelerce yol gelerek mahkeme salonlarını dolduran aileler sürekli polis engellemeleri ve tacizi ile karşı karşıya kalmışlardır. 10 Ekim Katliamı gazileri bu ülkede yer alan engellilere dair hiçbir haktan faydalanamamıştır. 10 Ekim ailelerine hiçbir yasal statü tanınmamış adeta yargı süreci boyunca suçlu muamelesi görmüşlerdir.

Siyasal İslam’ın güçlü bir biçimde varlığını ortaya koyduğu bugünlerde katliamcı IŞİD sanıkları mevcut iktidar güçleri tarafından “3-5 öfkeli genç” olarak tanımlanmıştır. Devletin devrimci, demokrat ve yurtseverlere karşı düşmanlığının bir sonucu olarak katliamcı IŞİD çetelerine yasal anlamda her türlü kolaylık sağlanmış ve katliamın önü açılmıştır. Öyle ki katliam gerçekleşinceye değin ortalıkta olmayan kolluk güçleri katliamın ardından alana TOMA’larla gelmiş ve pankartların üzerinde yaralılarını taşımaya çalışan insanlara biber gazları, plastik mermiler ve tazyikli su ile müdahale etmiştir. Bu katliam devlet eliyle, devlet olanakları kullanılarak gerçekleştirilmiş bir katliamdır. Bunu herkesten daha iyi bilen mahkeme heyeti kamuoyu tepkisini yatıştırmak için havuz medyada kalın puntolarla “tarihi rekor ceza” başlığının atılacağı göstermelik bir karara varmıştır.

Oysa bizim için 16 firari sanığın olduğu davanın sonucu ne tarihi bir dönüm noktasıdır ne de rekor bir ceza timsalidir. 16 firari sanık bugün bir yerlerde IŞİD faaliyeti yürüterek katliamcı zihniyeti örgütlemeye devam etmektedir. Katliamın asıl failleri yargılanmamış, mahkeme heyeti yargılama süresince kamu görevlilerine dokunmamak için kılı kırk yarmış ve adli yargılama süreci gerçekleştirilmemiştir. 19 sanığın ceza aldığı bu kararda 10 sanığa en fazla 10 yıl sonra serbest kalmalarını sağlayacak cezalar verilmiştir.

Bizler faşist diktatörlüğün sözde adalet kırıntılarına tamah edecek değiliz. Adalet söz konusu olduğunda hesap sormaktan geri çekinmeyen, kasketlinin ardılları olarak gerçek adaleti sağlayacağımız ve katliamcı zihniyeti tepeden tırnağa yargılayarak faşizmin çürümüş karanlığına mahkum edeceğimiz günler için mücadele etmeye devam edeceğiz. Ne burjuva-faşist yargı sisteminin ne de faşist diktatörlüğün mücadelemizin önüne koyduğu engellerin bir önemi yoktur, halkın çıkarları için yürüttüğümüz mücadelemiz faşizm karşısında sinmeyecek palazlanarak büyüyecek ve bu topraklarda yaşayan uluslara bir umut olmaya devam edecektir… (Bir Özgür Gelecek okuru)

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu